Hâlâ anlamayanlar için alışılmamış kararlar
Aydemir Güler
AKP'nin bir diktatörlüğe geçiş olduğunu anlamayanlara Erdoğan'ın meclisten atma tehdidi alışılmışın dışında gelebilir.
Faşizm bir korku, bir duygu falan değildir. Faşizm, çok çeşitli tanımlarının yanı sıra kapitalist egemen güçlerin toplumsal meşruiyet gereksinim ve arayışı açısından geçerli eski kalıpları kırıp, çok daha dar bir meşruiyet alanı tarif etmeleridir. AKP demagojik bir iki periyodun dışında sürekli karşı-devrimci tabana yaslanmayı tercih etmiş, bu taban genişlediği ölçüde bununla yetinme eğilimine girmiştir.
Dar çemberin dışında kalanlara verecek havuç faşistlerde bile her zaman bulunur. Ama asıl önemli olan dışardakilerin havuç dışında bir mücadele hedefine ve enerjisine sahip olmamalarının temin edilmesidir. Şiddet bunun hem koşulu hem de sonucudur.
Erdoğan BDP milletvekillerini meclisten atacakmış ve bu alışılmadık bir karar olabilirmiş!
Şaka yapıyor herhalde. Daha doğrusu, eğer ikide bir başbakana güzelleme dökenler olmasa bu “alışılmadıklık” esprisine hep birlikte gülerdik. Türkiye egemen güçleri makam armağan etme ve sonra tasfiye etme yöntemlerini bir siyasi enstrüman olarak hep kullanmışlardır. Kuşkusuz Kürt siyasetinin meclise girişleri bir “armağan” değil, mücadelenin ürünü, kazanımıydı. Lakin bu ürünü karşı tarafın sineye çekmesini bir demokrasi kurgusu içine yerleştirmek salaklıktır. Karşı taraf, icabında iptal edebileceğini bildiği bu mevziyi, kalıcı bir yeni statüko olarak değil, çözüme giden ana yol olarak da değil, “icabında iptal etmek” üzere kabul etmiştir!
Bu gerçeği görmeyenler, meclis platformunu iktidarın bir unsuru olarak kavramak yerine, kalkıp iktidarlar üstü bir demokrasi tasavvur edenler, daha çok “alışılmadık” durumlarla burun buruna kalırlar!
Şimdi birtakım liberal aydınlar “olur mu böyle” diye hoplayacak, AKP'nin totaliter yönelimlerini “saptayacak”, demokratik-sivil yönelimlerin hayata geçmesi için tarikatın mı, Çankaya'nın mı, batı uygarlığının mı ağırlık koyması gerektiğini tartışacaklardır...
AKP'nin BDP'li vekilleri meclisten atmakla tehdit etmesi her tür eleştiriyi hak etmektedir. Bu gelişme BDP'li vekillerle dayanışmayı da fazlasıyla hak ediyor. Bu noktada herhangi bir tereddüt yok.
Ama konumuz bu değil. Konumuz, en azından burada, tehdidin uygulamaya konup konmayacağı da değildir. Çünkü bunların her birinden daha önemlisi var.
Açlık grevleri sonlandığında herkes kazanmış oldu. Greve bedenlerini yatıranlar inatlarının karşılığını aldılar; en azından, Öcalan'ın politik ve fiziki durumunda bir farklılaşma işareti geldi. Dahası, geniş kesimler bu insanların yaşamını önemsediklerini ilan etmiş oldular. Öcalan sorunu çözen özne olarak öne çıktı. Devlet ve Kürt hareketi arasında görüşmeler İmralı kanalına girdi veya bu kanalın önceliği kabul gördü. BDP arkasında durduğu eylemin sonlanmasıyla birlikte kazananlar arasına dahil oldu...
Diğer taraftan AKP de siyaseti kilitleyen bir girişimden kurtuldu. Suriye'den Anayasa'ya bir dizi başlıkta kapıların aralanması olasılığı elde edildi. Erdoğan'a demokrasi ve uzlaşma ödülleri yağdırmak için yanıp tutuşan satılmış veya alıklaşmış kesimlerin de eli yeniden güçlendirildi.
Ee, peki nerden çıktı meclis ihraç gündemi? Bu “çok kazananlı” tablonun yumuşamayı güçlendirmesi gerekmez miydi?
Bu sorular yanlıştır. AKP'nin faşist kimliğini atladıkları için yanlıştır.
AKP herkesin kazandığı senaryoların oyuncusu olamaz. AKP, iktidarını daralan bir karşı-devrim tabanı üstünden sivrilterek güçlendirmek ister. Bu süreçte kendisiyle kısmi alanlarda benzer boylara ve saygınlık derecelerine ulaşan partnerler kabul edilemez. Diğer tarafın kazandığı her şey, AKP'nin potansiyel kazanımlarından çalınmış demektir.
Doğrusu ben açlık grevlerinde bir uzlaşmaya mutlaka varılacağını kestirmekle birlikte, hükümet partisinin bu noktaya birkaç ölüm sonrasında geleceğini, ölümlerin sorumluluğunu Kürt hareketine yıkarken uzlaşmayı bir AKP lütfu olarak sunacağını düşünüyordum.
AKP'ye kendisinin galip geldiği uzlaşmalar gerekiyor. Eşitlerin el sıkışması bunların kültürüne ve ihtiyaçlarına uymuyor.
Başkaları yeni bir uzlaşma evresinin açıldığını, ölümcül musibetlerden hayırların doğmakta olduğunu, “bari bu sefer” şansın değerlendirilmesi gerektiğini ve belki de bu nedenle Erdoğan'a bir şans daha verilmesini konuşabilirler. Bana sorarsanız, “daha eşitler arası” bir çözümün ardından, Erdoğan'ın havucu kenara koyup sopayı çıkartmasından daha beklendik bir şey olamazdı!