Hay Bin Yakzan / İbn Sina / İbn Tufeyl Kısa Özet ve Değerlendirme
Esa
15.11.2016
NOT: Bu yazın eski siteye eklenmiş, yeni siteye topluca taşındığı için YAZARI ESA gözükmektedir. Yazının yazarı olan eski üyemizin adını belirtmek istediğimizden sevgili üyemizin bize başvurmasını rica ediyoruz.
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 170
“Eski ruhbilimciler, insandaki dış duyulardan başka, beş de iç duyu kabul ederlerdi. Bunlar bellek, sezgi, imgelem, anımsama ve düşünme idi. Bu beş duyu, bir ortak duyuda birleşirdi.”
Hay Bin Yakzan 12. yüzyılda Endülüslü filozof ve bilim adamı İbn Tufeyl (1106-1186) tarafından yazılan felsefi romandır. Kitabın diğer bir adı ise Esrarü’l Hikmeti’l Meşrikiye’dir. Yapı Kredi yayınlarından çıkan bu eserde Hay Bin Yakzan adıyla yayınlanan iki farklı anlatı yer alır. Daha evvel yayınlanmış olanı hem tıp hem de felsefe alanında dünyaca meşhur bir isim olan hekim ve filozof İbn Sina (980-1037) tarafından yazılmış. Diğeri ise İbn Sina’dan daha sonra İbn Tufeyl tarafından daha uzun ve kapsamlı olarak kaleme alınmış olanı. M. Şerefeddin Yaltkaya ve Babanzade Reşit’in Arapçadan çevirisi ile N. Ahmet Özalp kitabı yayına hazırlamış.
Huneyn Bin İshak (810-873) tarafından Yunancadan Arapçaya çevrilmiş olan “Salaman ve Absal” adlı meselden tarihi kaynaklarda ilk kez söz eden kişi İbn Sina’dır. İbn Sina bu öyküden hareketle doğuda simgesel ve felsefi öykü yazan ilk kişidir. Bu öyküden esinle yazılmış eserlerin sayısı çok olsa da en bilinenleri İbn Sina ve İbn Tufeyl’in yazdıkları Hay Bin Yakzan’dır. İbn Tufeyl kendi eserinin giriş kısmında kitabını İbn Sina’dan feyz alarak yazdığını belirtir. Her iki filozofun aynı ismi verdikleri eserdeki tek ortak nokta karakterlerin adlarıdır. Bunun dışında gerek kurgu gerek varılan sonuçlar açısından tamamıyla farklıdır.
“Uyanığın Oğlu Diri” anlamına gelen Hay Bin Yakzan’da ıssız bir adada tek başına büyüyen Hay’ın kendi imkânlarıyla gerçeği arama çabası ele alınır. Hay, tabiatla baş başa her türlü dış etkiden uzak bir ortamda varlığın sırlarını keşfeder. İnsanlardan ve dinden habersiz bir şekilde bu adada kâinatı, yaratılışı, hakikati özümseyerek Mutlak Varlık’a ulaşır. Hay’ın hakikati arayışını İbn Tufeyl; Dünyaya Gelişi, Doğanın Kucağında, Varlığın Özüne Doğru, Sıfırdan Sonsuza, Yolun Sonu ve Gerçeğin İki Yüzü başlıklarıyla altı bölümde ele almıştır. İlk beş bölümde uzun yıllar sonunda kâmil insan mertebesine ulaşan Hay’ı son bölümde bir sürpriz beklemektedir. Bir sandalla Hay’ın bulunduğu adaya gelen Absal ile karşılaşır. İçinde bulunduğu toplumun dini yaşayış şeklini doğru ve bilgi seviyelerini yeterli bulmayan Absal, malını mülkünü satıp yoksullara dağıttıktan sonra bu adaya tefekkür içinde yaşama gayesiyle gelen bir insandır. Absal dini peygamber ve kutsal kitap aracılığıyla öğrenen biri olarak bununla yetinmemektedir. O ilahi mesajın gizli, batıni anlamlarını, işaret ve sembollerini çözmek arzusunda biridir. Absal’ın ayrıldığı şehirde bıraktığı arkadaşı Salaman ise dinine bağlı, günlük ibadetlerini yerine getiren, kendisine doğrudan verilenlerle yetinen bir insandır.
Absal ve Hay kısa süre içinde yakınlaşır ve kaynaşırlar. Uzun istişare ve tefekkürlerden sonra Hay o şehre gidip insanlara Hakikatin Bilgisini anlatmayı teklif eder. Absal bunu boş bir hayal diye nitelese de arkadaşını kırmaz ve birlikte o insanların yanına giderler. Salaman’ın yönetici olduğu bu kentte başlangıçta çok iyi karşılanırlar. Ancak bir süre sonra Hay vakıf olduğu gerçekleri anlatmaya başlayınca halk önce şaşırır, sonra yadırgar. Ama Hay anlattıkça iyice ters düşmeye başlarlar. Hatta iş o noktaya varır ki insanlar o ne anlatıyorsa tersini yapmaya başlar.
Özünde kötü niyetli olmayan bu saf insanlar yaratılış itibariyle bu gerçekleri kavramaya müsait yapıda değildirler. Bir süre sonra Hay beyhude bir çabanın peşinde olduğunu anlar ve vazgeçer. Bazı hakikatlerin topluma aktarılmasının imkânsız olduğu ve onlardan dinin doğrudan emirlerinin ifa edilmesinin ötesinde davranışlar beklemenin anlamsız olduğu hükmünü çıkarır. Bu bağlamda peygamberin tebliğde kullandığı dil ve Kuran-ı Kerim’in sade ve hikâye merkezli üslubunun hikmetini kavrar. Şehir halkına söylediklerinin yanlış olduğunu anladığını söyler ve onlardan özür diler. Kuran’ın doğrudan ayetleri ve peygamberin sünneti üzerinden nasihatlerde bulunur ve Absal ile birlikte adadan geri dönerler.
İbn Tufeyl bu romanda üç karakteri üç farklı insan sınıfıyla eşleştirir. Issız adada hakikati arayan Hay filozofu, ilahi mesajın gizli, sembolik manalarını öğrenmeye çalışan Absal sufiyi, dinin kurallarına sımsıkı bağlı Salaman ise âlimi temsil eder. Bu anlamda Hay ile felsefe, Absal ise tasavvuf, Salaman ile de şeriat vücut bulur. Bu üç bilgi türü de değişik yollardan ilerlese de vardığı nokta aynıdır. Tabiat ve insan mefhumları doğru yorumlandığında ulaşılan her zaman Kadir-i Mutlak olacaktır. Soyut felsefi kavramların somut kişi ve olaylarla temsil edildiği bu eser somuttan soyuta yönelerek düşünmeye meyilli insan zihni için anlama imkânı ve diğer yandan bu düşüncelerin kavranması adına sağlam bir zemin sunar.
İbn Tufeyl bu eserde şu üç temel sorunu çözümlemeyi amaçlar:
1.İnsan kendi başına, hiçbir eğitim ve öğretim görmeksizin, doğayı inceleyerek düşünme yoluyla “insan-ı kâmil” aşamasına ulaşabilir.
2.Gözlem, deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgiler, vahiy yoluyla gelen bilgilerle çelişmez, yani felsefe ile din arasında tam bir uygunluk vardır.
3.Mutlak bilgilere ulaşmak, bütün insanların üstesinden gelebileceği bir şey değildir. Yüce gerçekliklere ulaşmak, bireysel bir olaydır.
“Gerçi yalnızca akılla, yani felsefecilerin yöntemleriyle Tanrı bilgisine ulaşmak da mümkündür, fakat bu bilgi, doğru olmasına karşın “anadan doğma bir körün çevresi hakkında edindiği bilgiye” benzer. Bu bilginin en belirgin özelliği, “açık” olmamasıdır. Daha da önemlisi, bu bilgiden dolayı bir “zevk” duyulamaz, saf müşahedeye erişilemez. İbn Tufeyl’in bu bilgiye karşı önerdiği yöntemle ulaşılan bilgi ise açık ve kendisinden dolayı bir “zevk” duyulan, saf müşahedeye erdiren bilgidir.
Gerçek bilgi iki esasa dayanmalıdır: Akıl ve Sezgi. Bilgi, deneyin akıl ile ve aklın da sezgi ile uygunluğudur. İnsan gerçeğe ulaşmada gerek parçalardan bütüne (istikra), gerekse bütünden parçalara (ta’lil) akıl yürütme yolunu da aşarak kendi içinde bulunan sezgi ışığına da yönelmelidir. Çünkü, Allah’ın zatı sırf nurdur. Nur olan Tanrısal zatı algılayabilecek olan insanın içindeki nuru uyandırmak ve parlatmak, sadece duyuların, aklın ve ruhun özel terbiyesi ile mümkündür ve ancak Allah hakkında bu suretle elde edilecek bir bilgi bize bizzat zatı verebilir.” (S. 59)
Kısaca ifade edecek olursak İbn Tufeyl’in felsefesi, rasyonel düşünceden yola çıkarak keşif ve ilhama ulaşan ve bu nedenle son noktada tasavvufla buluşan bir mutluluk yoludur. Hay Bin Yakzan bu yolculuğun somutlaşmış öyküsüdür.
Roman, İbn Tufeyl’in Felsefi Romanı, Hay Bin Yakzan’ın Hayatı, Kendi Kendine Felsefe, Tabiat Adamı, Ruhun Uyanışı ve Doğunun Hikmetinin Sırları gibi değişik adlarla Fransızca, Almanca, Rusça ve İspanyolca gibi birçok Avrupa diline çevrilir. Hilmi Ziya Ülken bu eser için “Batıda tesiri çok büyük oldu. Onun birçok taklitleri yazıldı” tespitinde bulunur. Francis Bacon’ın Yeni Atlantis, Jean-Jacques Rousseau’nun Emile, Thomas More’un Ütopya, Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe adlı eserlerinde Hay Bin Yakzan romanından esinlendiği birçok batılı düşünür tarafından dile getirilir. Özellikle Spinoza’nın kendi felsefesini kurarken bu eserden çok faydalandığı ve Defoe’nun Robinson Crusoe romanında yine bu eserin ana ekseninde yazıldığı ifade edilir.
“Fransız düşünür Garaudy, Hay bin Yakzan’ın anlam ve önemini şöyle dile getirir: Felsefe ve tasavvufun, bütünlüğü içinde düşünce ile hayatın, ilim ile imanın birliğini gösteren İbn Tufeyl’in felsefî romanı insan, tabiat ve Allah arasındaki ilişkilerin bilincine varılması ve yaratılması hususunda felsefeye Heraklit ve Empedokles’den bu yana 16 asırdan beri Batı’da kaybetmiş olduğu bütün boyutları iade ediyor.” (S. 62)
Bizde aydınımız, toplumumuzun ahlaki ve manevi temellerini, dini geleneklerini, kültür ve sanat birikimini küçümsediği hatta zaman zaman aşağıladığı için böyle bir eseri araştırma ve inceleme gereği duymamış. Batı düşünce ve felsefe dünyasında bu denli etkili ve biçimlendirici olan bu kitabın ülkemizde çevirisi ancak 1923 yılında yapılabilmiş. Bunun gibi şu an haberdar olmadığımız kim bilir nice değerli eser fark edilmediği ya da fark edilse bile aşağılık kompleksinden olsa gerek burun kıvrılıp ötelendiği için tarihin tozlu raflarında yitip gitmiştir.
İbn Tufeyl’in Hay Bin Yakzan romanı bir hikmet ve hakikat arayışının öyküsü olmasının yanı sıra insan-tabiat-Tanrı ilişkilerini ele alışıyla kıymetli bir eserdir. Tanrının varlığı ve yaratılış gibi metafizik konuları açıklama yöntem ve üslubuyla oldukça dikkat çekici ve önemlidir. Felsefe, tasavvuf ve insan üzerine düşünmeyi seven, dünyadaki hayatımızın manası üzerine kafa yoran kitapseverlerin muhakkak okuması gereken türüne az rastlanır bir eser.
“Ulaştığı bilgi nedeniyle kalbine yerleşen o Özne’ye ilişkin bir hâl, O’ndan başka herhangi bir şeyi düşünmesine izin vermiyordu. Artık, inceleyegeldiği varlıkları ve onlardan söz etmeyi unuttu. Zamanla öyle bir aşamaya vardı ki, baktığı her nesneyi, bir sanat yapıtı gibi görüyor ve hemen yapıtı bırakıp yaratıcısına yöneliyor, bu nedenle de Yaratıcı’ya olan özlemi artıyordu. Buna bağlı olarak gönlü de, bütün bütün, aşağılık duyulur dünyadan soğuyarak yüce anlaşılır dünyaya bağlanıyordu.” (S. 127)
Kitabın arka kapağı;
“9.yüzyılda Yunancadan Arapçaya çevrilen 'Salaman ve Absal' öyküsü, başta İbn Sina'nın 'Hay bin Yakzan'ı olmak üzere, birçok İslam düşünürünün yapıtlarına kaynaklık etti. Genellikle alegorik öyküler ya da öykümsü anlatılar olan bu yapıtlardan sadece biri, roman boyutlarına ulaştı ve bütün benzerlerini gölgede bıraktı: 12. yüzyılda Endülüslü İşraki düşünür İbn Tufeyl'in yazdığı 'Hay bin Yakzan' ya da 'Esrarü'l-Hikmeti'l-Meşrikiye'.
Bu ilk 'felsefi roman' ve ilk 'robinsonad', Tanpınar'ın deyişiyle 'Müslüman âleminin tek romanı',14. yüzyıldan başlayarak bellibaşlı Avrupa dillerine çevrildi; Defoe, Bacon, Spinoza ve More gibi pek çok düşünür ve sanatçı üzerinde etkili oldu. Doğu, özellikle Osmanlı ise İbn Tufeyl'e ve yapıtına ilgisiz kaldı: Üzerindeki 'Hay bin Yakzan' etkileri özel çalışmalara konu olan 'Robinson Crusoe' defalarca Türkçe'ye çevrildiği halde, 'Hay bin Yakzan, dilimize kazandırılmak için 1923 yılını, kitaplaşabilmek için de 1985 yılını bekleyecekti.
Bu genişletilmiş baskıda, İbn Tufeyl'in 'Hay bin Yakzan'ına ek olarak -M.Şerefeddin Yaltkaya'nın çevirisi ve İslam dünyasında alegorik öykü geleneğinin tarihçesini ve düşünsel arkaplanını aktardığı giriş yazısıyla İbn Sina'nın 'Hay bin Yakzan'ı da yer alıyor.”
Kitap ve Düşünce
ALINTI