Aslında yukarıda "İbrahimi dinler diyalektikten anlamaz; insana sorumluluk yükler. " demiştim. Biraz haksızlık etmişim.
Diyalektiğin, Kuran'ın en kapalı, en ezoterik suresi olan Kehf suresinde izlerini görüyorum. Önce ayetleri vereyim;
Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu. (Kehf Suresi, 61)
(Varmaları gereken yere gelip) Geçtiklerinde (Musa) genç-yardımcısına dedi ki: "Yemeğimizi getir bize, andolsun, bu yaptığımız-yolculuktan gerçekten yorulduk." (Kehf Suresi, 62)
(Genç-yardımcısı) Dedi ki: "Gördün mü, kayaya sığındığımızda, ben balığı unuttum. Onu hatırlamamı şeytandan başkası bana unutturmadı; o da şaşılacak tarzda denizde kendi yolunu tuttu." (Kehf Suresi, 63)
(Musa) Dedi ki: "Bizim de aradığımız buydu." Böylelikle ikisi izleri üzerinde geriye doğru gittiler. (Kehf Suresi, 64)
Derken, Katımız'dan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. (Kehf Suresi, 65)
Musa ona dedi ki: "Doğru yol (rüşd) olarak sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" (Kehf Suresi, 66)Dedi ki: "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." (Kehf Suresi, 67)(Böyleyken)
"Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" (Kehf Suresi, 68)
(Musa:) "İnşaAllah, beni sabreden (biri olarak) bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. (Kehf Suresi, 69)
Dedi ki: "Eğer bana uyacak olursan, hiçbir şey hakkında bana soru sorma, ben sana öğütle-anlatıp söz edinceye kadar." (Kehf Suresi, 70)Böylece ikisi yola koyuldu. Nitekim bir gemiye binince, o bunu (gemiyi) deliverdi. (Musa) Dedi ki: "İçindekilerini batırmak için mi onu deldin? Andolsun, sen şaşırtıcı bir iş yaptın." (Kehf Suresi, 71)
Dedi ki: "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" (Kehf Suresi, 72)
(Musa:) "Beni, unuttuğumdan dolayı sorgulama ve bu işimden dolayı bana zorluk çıkarma" dedi. (Kehf Suresi, 73)
Böylece ikisi (yine) yola koyuldular. Nitekim bir çocukla karşılaştılar, o hemen tutup onu öldürüverdi. (Musa) Dedi ki: "Bir cana karşılık olmaksızın, tertemiz bir canı mı öldürdün? Andolsun, sen kötü bir iş yaptın." (Kehf Suresi, 74)
Dedi ki: "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" (Kehf Suresi, 75)
(Musa:) "Bundan sonra sana bir şey soracak olursam, artık benimle arkadaşlık etme. Benden yana bir özre ulaşmış olursun" dedi. (Kehf Suresi, 76)
(Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: "Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin." (Kehf Suresi, 77)
Dedi ki: "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma (zamanı)mız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim. (Kehf Suresi, 78)
"Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı." (Kehf Suresi, 79)
"Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü'min kimselerdi. Bundan dolayı, onun kendilerine azgınlık ve inkar zorunu kullanmasından endişe edip-korktuk." (Kehf Suresi, 80)
Böylece, onlara Rablerinin ondan temiz olmak bakımından daha hayırlısı, merhamet bakımından da daha yakın olanını vermesini diledik." (Kehf Suresi, 81)
"Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; (bu,) Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim (özel görüşüm) olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." (Kehf Suresi, 82)
Sana (Ey Muhammed,) Zu'l-Karneyn hakkında sorarlar. De ki: "Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim. (Kehf Suresi, 83)
Burada çok büyük bir hikmet insanlığa açıklanmıştır.
Dikkat edin, Musa, aslında Aristoteles mantığıyla düşünüyor; Cinayet kötüdür, Mala zarar vermek kötüdür, Vandallık etmek kötüdür.
Hangi birimiz böyle düşünmüyoruz ki? Aslında Aristoteles, sadece bizim kendi mantığımızı kağıda dökmüş ve tanımlamıştır. Aslında düşünce biçimimiz Hz. Musa'nınkinin aynı.
Biz, bir cinayet gördüğümüzde hemen müdahil oluruz, engelleriz, engelleyemezsek kınarız, elimizden geleni yaparız. Kötü olduğunu da iddia ederiz. Çünkü öyledir.
Fakat bizim bilemeyeceğimiz birçok şey olabilir. Bizim bilgilerimizin içine girmeyen, kendi sınırlı algılarımızın algıladığı o değişkenlerin içine girmeyen bir çok unsur olabilir.
Düşünsenize, KADER olgusu, İslam'da ne kadar çok tartışılmıştır. Çok önemli bir konudur; İmanın (teizmin) 6 şartından biri; kaza kader hayır ve şerrin (tüm kötülük, iyilik ve nötr olayların) Allah'tan gelme olduğuna inanmak.
İslamda Kader olgusu hala bir sonuca bağlanmamıştır. Ve bu gidişle de bağlanamayacak görünmektedir. Çünkü insanın bilgisini kuşatan, ondan üstün bazı dengeler vardır. Senin yanlış diye bildiğin ve şikayet ettiğin şey, aslında hiç de yanlış olmayabilir.
Ancak Kuran'da ve yine Tevrat'ta, İncil'de, insanın cinayet işlememesi emredilir.
Herhalde insanlığa söylenen şey şu; "Senin elinde olmayan, senin hiç bilemeyeceğin, hatta açıkça zalimlik diye adlandırabileceğin birçok olay hakkında verdiğin yargılarda aceleci davranma. İsyan bayrağını çekme. Senin bilmediğin birçok etken işin içinde olabilir. Sen insan olarak hiçbir zaman olayları tamı tamına kavrayacak nitelikte değilsin. Ama yine de öldürmeyeceksin, çalmayacaksın, zina etmeyeceksin.. ve diğer emirler"
Sayın Adam'da bir iletisinde "Evrenin bu kadar büyük olduğu, evrenin bu kadar sınırsız olduğu bir yerde, insan bilgisinden şüphe etmelidir. İnsan her şeyi bilemez" demişti. Bu görüşle örtüşüyor.
Biz, kader'in bilincinde olarak olaylara yaklaşırsak, peşin hükümlerimizden kurtuluruz. Bunu hem din söyler, hem de bilim felsefesi. İster din ile yola çıkın, ister seküler felsefe ile, "insanın bilgisinin sınırlı olduğunu" kabul etmeden birtakım olaylar hakkında boyumuzdan büyük hükümler verebilir, savaşlar çıkarabiliriz. Bunlar olmasa bile işlerimiz kötüleşebilir, insan ilişkilerimiz katılaşabilir, umutsuzlaşabilir ve aşırı mekanikleşebiliriz.
Bu suredeki o "bilgili kişi"nin kim olduğunu merak ediyorum ben. Aklıma beyazlara bürünmüş bir ak sakallı imajı geliyor
Bu, Kuran'da anlatıldığına göre inanan için gerçek bir olay olarak kabul edilmesi gerek. O halde insan, bu hikmete ulaşabiliyor. Fakat bu hikmet öyle bir şey ki, peygamber olmak bile anlamaya yetmiyor.
Hikaye'ye bakarsak, Hz. Musa'nın, o kişiye sorgusuz sualsiz tabi olması, peygamber olmadan önceki zamanına aitmiş gibi duruyor. Hz. Musa'nın bu olaydan alacağı bilgi, "bilgisinin sınırlarının farkında olmak" olmuştur. Ve onu bugün peygamber diye tanımamızın sebeplerinden biri de budur diye düşünüyorum.