31 Mart Vakası, yakın tarihimizin ilginç, anlamlı ve bir o kadar da ibret verici bir olayıdır.
Bu gerici olarak görünen ayaklanmanın aslında üç temel etkeni olduğunu söylemek mümkündür;
1- 1908'de meşrutiyeti ilan etmek zorunda kalan padişah, aynen birinci meşrutiyette yaptığı gibi sınırsız iktidarını geri alabilmenin hesapları içersindeydi. İnce politk oyunların ve şark kurnazlığının üstadı olan padişah Abdülhamit kuşkusuz ilerci devrimden hoşnut değildi, aynı hoşnutsuzluk yıllarca padişahın hesap sorulamaz ihsan kesesinden sebeplenen saray etrafı sergerdeleri, arnavut serserileri, liyakat yoksunu paşa müsveddeleri, arap hademeleri, rütbe-i tenzile uğrayan alaylı askerler ve sair "kul"lar bakımından da geçerliydi.
2- 1908 İnkılabı memlekete hür ve çağdaş bir hava verme yolunda önemli bir umut olmuştu. Basın, kültür, tiyatro, şehircilik alanlarında devrine göre mühim sayılabilecek gelişmeler vukubulmaya başlamış, anılan durum yüzyılların kökleştirdiği gerici zihniyeti tetiklenmeye hazır hale sokmuştu.
3- Dönemin en güçlü emperyalisti olan İngiltere, padişahın Almanya'ya yanaşması nedeniyle başlangıçta Jöntürk hareketini destekler gibi göründüyse de memleketin ilerlemesini, çağdaşlaşmasını, yarı-sömürge konumundan kurtulmasını, kısaca çağdaş ve hür bir devlet halini almasını kesinlikle istemiyordu. İnkılabı gerçekleştiren ve fiilen önderliğini alan genç subayların ilerici, milliyetçi, tam bağımsızlıkçı, laik zihniyetleri İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu bakiyesi üzerindeki "kontrol edilebilir bağımlılık" isteğiyle kesinlikle bağdaşmıyordu. Doğaldır ki emperyalistler karşılarında bıçkın, genç ve namuslu inkılapçılar yerine eskiye bağlı, gözü gönlü kararmış, uyuşuk, cibilliyetsiz paşa eskilerini görmek ve onlarla muhatap olmak arzusundaydılar.
Gerici olarak nitelendirilen 31 Mart Vakası, aslında içinde birçok farklı dinamiği ve etkeni barındıran karşı devrimden başka bir şey değildir. Bu ayaklanmayı sadece sıradan bir gerici isyanı olarak görmek bizi yanıltan dar bir bakış açısı olacaktır. Keza işin içine Padişah, emperyalist güçlerin sefir ve ajanları, saray beslemeleri de bir şekilde katılmıştır!..
Denilebilir ki asıl amil emperyalistlerin kışkırtmalarıydı. Şeriatçı çizgideki Volkan gazetesinde yazı yazan Derviş Vahdeti'nin İngiliz sefaretiyle sıkı ilişki içinde bulunduğu bilinmektedir. Volkan gazetesinin anılan günlerin türlü maddi sıkıntılarına rağmen bazı zamanlar bedava halka dağıtıldığı görülmüş, kaynağı belli olmayan paralar harcandığı belirlenmişti. Ayaklanmanın ekonomik yükünü İngiltere'nin karşıladığı kuvvetle muhtemel olmak gerekir. Bu paralarla ilerde Kurtuluş Savaşı'na da karşı çıktıkları görülecek olan Kör Aliler, İmamlar satın alınmış ve adamlar bulunmuştur.
Şeriatçı Muhammedi Cemiyeti de aynı şekilde meşrutiyet karşıtı faaliyetlerde bulunurken bizzat Padişahın oğlu Şehzade Burhaneddin de Cemiyete üye kaydedilmiştir.
Geriye Ordu kalmıştı ama o da İttihat Terakki Cemiyeti'ne büyük ölçüde bağlıydı. Ama bağlı olanlar sadece mektepli subaylardı. O halde yumuşak noktadan girilerek cahil eratın kafasının çelinmesi yoluna gidilmeliydi. Nitekim yapılan hareket de bu olmuştur. Mektepli subayların eratı gereksiz yere sıktığı, talim terbiye konusunda acımasızca davrandıkları, çoğunun aslında "gavur" ve "padişah düşmanı" olduğu propagandası işlenmiştir.
Ayaklanma patladığında isyancıların yöneldikleri hedefler bize bazı ipuçları da sunmaktadır. Örneğin; isyancılar mektepli subay istemediklerini haykırarak ayaklanmış, sokakta rastladıkları mektepli subaylardan birkaçını şehit edip diğer bazılarını dövüp hapsetmişlerdir.
Gavur olarak işlenen inkılapçı Tanin gazetesinin başyazarı Hüseyin Cahit zannıyla Adliye Nazırı Nazım Paşa öldürülmüştür.
Yine Meclisi Mebusan azalarından Lazkiye Mebusu Arslan Bey de alçakça öldürülmüştür.
İsyan sırasında şeriat istekleri mektepli subaylara edilen hakaretlere karışık vaziyette seslendirilmiştir.
İsyancılar, mukaddesatçı sloganlar atmalarına rağmen kesinlikle "gavur" sefaret veya konsolosluklara yönelmemişlerdir, ayrıca azınlıktaki hristiyanların can ve mallarına karşı da kesinlikle bir taşkınlık yapılmamıştır. Buna ilişkin elde hiçbir bilgi veyahut belge yoktur!
Olayların akışı bize kesinkes planlı ve artniyetli bir hareketin ipuçlarını vermektedir. Kapıların sonu ise İngiliz sefaretine çıkmaktadır.
Padişah Abdülhamit'in ayaklanmayı fiilen başlatmamakla beraber bastırma konusunda hiçbir gayret sarfetmediği ve olaylara tamamen çanak tuttuğu da acı bir gerçektir. 33 yıllık meyvesiz iktidarıyla yetinmeyen padişahın hala "mutlak iktidar" hesapları yaptığı anlaşılmaktadır. Nitekim isyan patladığında sadarete Hüseyin Hilmi Paşa'nın yerine bendeganından Ahmet Tevfik Paşa'yı (Osmanlı'nın son sadrazamı olacaktır) ataması buna açık bir delildir. İhtimaldir ki ayaklanma başarıya ulaşsaydı meşrutiyet ikinci kez rafa kaldırılacak, padişahın korkunç baskısı hortlayacaktı!
Neyse ki olmadı..
Vatanperverler memleketi ve Türklüğün ilerleme gayretni sahipsiz bırakmadı. Ayaklanma bastırıldı ve bir devir sona erdirilerek padişahın bitmeyen iktidar tutkusuna sonsuza dek son verildi!..