Mevlana'dan Kozmik Hiyerarşi
Kevser Yeşiltaş - Nilüfer Dinç
Varlık, yokluğu tanımlayamaz. Varlık yokluğu anlayamaz. Yokluk ve Hiçlik Sevgidir. Sevginin kendisidir. Sevgi, bulunamayan nokta ve ismi zikredilmemesi gereken Mutlak ya da O olarak tabir edilir. Öyle bir kudrettir ki, hiçbir kelime, hiçbir düşünce, tahayyül tanımlayamaz: Tanımlanamayacak ve bulunamayacak noktadır. Ama mertebesinde bulunan hiçlik ve yokluktur Sevgi.
Sevgi Kün emrini verendir. Sevgi ses ile bir rezonans, titreşim yaratandır ve ortaya yoktan varlığa geçici sağlayan kendi iradesi ve kudreti ile donatılmış Varlık âlemleridir. Varlık âlemleri O'nun iradesinde bir yer teşkil eder, yer kaplarlar. Ve hepsi özgür irade ile donatılmış, Yaratımı gerçekleştirenlerdir.
Fakat onun sevgisi senin canındadır.
Mesnevi c. VI, 100
Sevgi bilinemez, görülemez ve ulaşılamazdır. Zerrenin zerresi dahi madde evrenlerinde mevcudiyet bulamaz. Yakar yok eder kavurur. O Yokluğun mevcudiyetindedir. Var olanlar asla yokluğa dönüşemezler. Sevgiden yani Yokluktan Var olan, Varlıklar, Yokluğa dönmezler. Ancak sevgi, Varlıkların Özlerine gizlenmiştir. Açığa çıkmaz. Her varlıkta bir yokluk gizlidir. İşte bu Sevgidir.
Varlık, mevcudiyeti ile İlahi İrade'de mekan teşkil eder ve her biri kendi özgür bütünlüğü ile bir Yaratıcıdır. Ruh ve Madde birer Varlıktır. Ve bu iki Varlığın ortaklaşa yaratımından âlemler, kainatlar ve canlılar yayılırlar. Her bir zerreye canlılığı ve diriliği yine gizlide ve açığa çıkmayan Sevgi verir.
Kozmik hiyerarşide, her zerre ve küll görevlidir. Ve her biri kendi irade özgürlüğünde vazifelerini yerine getirirlerken, daha üst plânlardan tesirlerle beslenir, yönlendirilir ve vazifelendirilirler.
Sonsuz bir hiyerarşi, vazife kademeleri vardır.
Merkez noktası hiçliktir...
Sonsuz kopuşlardan her zerrenin hamuruna AŞK iksiri yoğrularak yoktan Varlığa geçirilir. Varlık âlemleri piramidal şekilde saçaklanır. Noktanın sonsuzluğa yansımasıdır. Dairenin en dış çeperinde ise insiler ve halk vardır. İşte onlar insanlaşma yolunda tekamül ederler. Adam iken, Adem olma liyakatine erişenlerdir. Onların makamı ariyettir yani ödünçtür. Çünkü Ahsen-i Takvim suretinde yaratılmışlardır. Derece derece yükselerek makam değiştirirler.
Mevlâna, Mesnevi'de şu şekilde anlatmıştır.
Bu manalara, dokuzuncu kat gökten yüce derecesiz dereceler, mekansız yücelikler vardır. Halkın makamı, derecesi ariyettir. Fakat Emir Alemi olan Melekût diyarının makam ve derecesi aslidir. Halbuki halk, makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hâllere düşer, yücelik ümidiyle, horluktan lezzet alır, hoşlanır. Mesnevi c. II, 1100
Emir Âlemi, yani daha üst plânlar aslidir, onlar vazifeli, görüp gözetici ruhi plânlardır. Tanzim ederler, tekamülün işleticileridir. Halkın aşağılıklara katlanması, bir tekamül gereğidir. Dairenin en dış çeperinde gezinirler. Dairenin içine girmeleri liyakat gerektirir. Vazifeli ruhi varlıklar, dairenin içine alarak, ya da onların yanına görevli olarak gidip bizatihi çembere dahil edebilirler.
Allah'ım! Zümrüt renkli dokuz kat göğü havada, sonsuz boşluk içinde hapsettin; topraktan yarattığın insanı da, çarkla beraber oynatıp duruyorsun.
Divan-ı Kebir c. V, 2589
Mevlâna bu sözünde, insanların çark içinde dönüp durduğunu, aşağılıklara katlandığım, yaratımın bir gereği olduğunu vurgulamaktadır. Dokuz kat gökten maksat şudur:
O, Mutlak.
Arş-ı Ala en yüce oluş mekanıdır.
Rab Mekanizması.
Ruhsal idare Mekanizması
Melekut Alemi
Ruhsal Plânlar
Daha ince titreşime sahip bedenleri olan Görevli Varlıklar
Fizik Dünyaların Spatyomları.
Arz Alemleri.
Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki doğruların hepsi de orada lâtif, neşeli ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuşlardır!
Mesnevi c. IV
Ruhsal Plânlar denilen makam, fizik âlemlerin, dünyaların ve insanların görüp gözetici plânlarıdır. Vazifeli varlıkları gönderirler, eğitici ve öğretici görevleri vardır. Bir bakıma, tesir oklarını atmak için yayı geren, oku atan ellerdir onlar.
Mevlâna'nın dediği gibi, orası doğruluk makamıdır. Orada huzur ve dinginlik hakimdir. Yaşarken de, oradan tesir almak mümkündür. Hidayete erişmek ve Rabb'in ipine tutunmak deyimleri, bu makam için söylenmiştir. Ölmeden ölenlerin ulaştığı mertebe, bu makamdan beslenmektir. Dünya üzerine gelmiş birçok görevli, bu makamdan ok atışı ile arza tam on ikiden hedeflenmişlerdir.
Yerde bir zayıf aman dilerse, gökyüzü askerleri birbirlerine karışırlar.
Mesnevi c. 1,1315
Kainatta ve yaratımda, herşey birbirine görünmeyen sevgi enerjisi ile bağlıdır. Hiç kimse bir diğerinden kopuk ya da ayrı değildir, ancak bütün Ve birleşik de değildir. Her biri kendi özgür iradesi ile tanzim olur.
O yüzden zayıf ya da güçlü, tüm plânlar birbirine görünmeyen etkilerle etki ederler. Herhangi bir noktada bir bozulma ya da yardım gerektiren bir durum hasıl olursa, gökyüzünün askerleri olarak nitelendirilen tüm plânlar işbaşındadır ve görevleri bu durumu kontrol etmek ve ilahi prensipler doğrultusunda tanzim olmasını sağlamaktır.
Her fiziki küre canlılarla ve canlılıkla dopdoludur. Biz elbette baktığımızda taş ve toprak görüyoruz çünkü titreşimimize uygun olan neyse görüş alanımıza dahil olanlar da onlardır.
Zuhal, onun elini öpme havasındadır ama kendisini bu devlete lâyık görmez.
Merih onun yüzünden elini ayağını incitmiş, Utarit onun vasfından yüzlerce alem kırmıştır. Bütün yıldızlar, münecimle, ey canı bırakıp rengi seçen! Can odur, bizse hep rengiz, sayılar ve yazılarız. Onun düşünce yıldızı, bütün,yıldızların canıdır diye savaşmaktadır.
Düşünce de nerede? O makam, tamamıyla pak nurdur. Ey düşüncelere kapılan, bu düşünce lâfı senin için söylenmiştir.
Mesnevi c. VI, 110
Fiziki kürelerin görevleri ve yaşam biçimleri farklıdır. Can seçenler bedenlenip bu fiziki kürelerde yaşam ile tekamüllerine devam edenlerdir. Oysa Görevli varlıklar, vazifeliler ise, rengi seçenlerdir. Düşünce ürünüdürler ve onlar yıldızlardan arzlara, yayın ucundan süzülen ok misali saplanırlar. Kaynağından ışıyan ve kaynaklarına geri dönen renktirler, çiçek açarlar ve kendi plânlarına geri dönerler. Onlar doğmayan ve doğrulmayanlardır. Onlar ölmezler, çünkü can veren can bedenin canlarıdır.
Her yıldızın yücelerde bir evi vardır ama bizim yıldızımız, hiçbir eve sığmaz. Yeri, yurdu yakan şey, nasıl olur da mekâna sığar? Haddi olmayan nur, nasıl olur da hadde girer?
Mesnevi c. VI, 115
Her yıldızın yücelerde bir evi vardır derken, her yıldız vazife organizasyonunun, plânlardan beslendiğini anlatmaktadır burada Mevlâna. Görünen yıldızların, bâtın tarafında görüp gözetici birer plân olduğunu da vurgulamaktadır. Ancak kendinin ve kendi gibi vazifeli olanların yeri yurdu hiç bir mekana sığmaz çünkü onlar daha üst plânlardan, kaynaklardan gelmektedirler diye önemle belirtir. İnsan olarak bedende görünen, ancak insanların görmesi gerektiği bir formdur. Ancak görevliler, ötelerden gelenler, mekansız âlemlerden akanlar, beden formunda görünürler. Onları tanıyamazsınız. Ancak onlar, gönüllerindeki ilahi AŞK ateşi ile ve Aşkın verdiği hararetli hâller ile tanınırlar.
Mevlâna kozmik oluşumu ve hiyerarşiyi arılatırken, uzayda yaşam olduğunu da çok açık bir şekilde anlatmıştır:
İdris yıldızların cinsindendi. Onun için sekiz yıl Zühal'de kaldı.
Zuhal, doğularda da onun dostu oldu, batılarda da, herhalde onunla konuştu, onun sırlarına mahrem oldu. Kaybolduktan sonra tekrar dünyaya gelince yeryüzünde hücum bilgisine dair ders verirdi.
Önünde yıldızlar güzelce saf kurarlar, dersinde bulunurlardı.
Bir derecede ki aşağılık yukarılık bütün halk, yıldızların seslerini duyarlardı.
Mesnevi c. VI, 2985.
Onlar, binlerce kişi olsalar yine bir kişiden fazla değildirler. Hayallere kapılanlar gibi sayı düşünmezler ki.
Mesnevi c. III, 35
Mevlâna bu sözünde çok önemli bir konuya dikkat çekmiştir. Anlayış ve kavrayış bakımından insanların zihninde rakamlar vardır. Bizler lineer bir mantık ve kavrayışla sayısallığa önem veririz. Çünkü böyle anlayabiliriz. Oysa Mevlâna, binlerce olsa da aslında bir kişiden fazla değildir sözü ile, tüm varlık âlemlerinin ve vazifelilerin tek bir bedene ait olduğunu, bir bedenin zerreleri olduğunu, sayıları sonsuz da olsa, aslında bir varlıktan öte olmadığını da önemle belirtir. Hayallere kapılanlar ise insanlardır.
Çünkü insan ancak zihninde hayal ile karmaşayı çözecek ve işin içinden çıkabilecektir. Sayısal değerlerle oyalanacaktır. Hiyerarşinin de merdiven çıkmak gibi bir kademeleşme olduğunu sanacaktır. Oysa ki, bu tamamen hayallerin ötesinde bir anlayıştır. Her şey iç içe ve organize halindedir. Sonsuz sayıda da olsa her şey aslında birdir. Ehad ve Vahid sözcüklerinin açılımıdır. Her zerrede sonsuz, ancak bütünlükte bir olandır tüm olanlar.
Son olarak toparlamak gerekirse, tüm canlılar, bedenliler ve varlıklar görevlidirler ve bir misyona tabidirler. Ve kozmik hiyerarşide her biri kainat bedeninin birer hücresidir. Ve her bir hücre de kendi görevini icra eder. Herhangi bir zerrede bozulma olursa, tüm plânlar devreye girerek, bozulmayı giderecek her türlü çalışmayı organize ederler.
Bilinçli ya da bilinçsiz yapılan her hareket, her oluş, her yaratım, kozmik hiyerarşinin tekamülüne hizmet eder.
Hiyerarşi sonsuzdur, arz âlemleri için de, insan için de ve görünmeyen plânlar için de sonsuzluk arz eder. Hepsi birbirinin sebebini ve sonucunu oluşturur. Kur'an'da da özellikle belirtir, resuller, nebiler, kudret verilenler, insiler, beşerler, insanoğlu, İnsan, Biz, Rab, Allah, Rabb'iniz, Rabb'imiz, Rabb'in kavramları geçer. Organize Plânlar, Sistemler, İmtihan sistemleri de sonsuz hiyerarşidedir. Çünkü O yoktan var ettiği varlıklarım kendi özü ve kudreti ile donatmıştır. Var olan Tüm Varlıklar da Yaratımını kendi suretlerinde yaratmıştır. Yaratım diridir ve sonsuzdur. Asla yok oluş söz konusu değildir. Sebepler, Varlıkların yaratımlarında yer alır ve hamurunda yoğrulmuştur. Bu yüzden bir son yoktur. Sonsuzluk içinde doğruya varmak mümkün müdür? Doğruların doğrusu, Hakikatin hakikati, Gerçekliğin Gerçekliğine bile ulaşmak mümkün olamaz iken?
Aslında söylediğimiz sözler bizim değildir. Bizim ötemizde bulunan, bize o sözleri söyletiyor.
Divân-ı Kebir c. II, 1077
Mevlâna'nın burada açıkça bahsettiği, bâtında olan yani görünmeyende olanın seslenişidir. Yüksek plânların, Dünya Yöneticilerin, seçilmişler vasıtası ile aktardıkları olarak yorumlanmalıdır. Onlar herkesten konuşmazlar, ancak konuşmak için vazifelilerden seslenirler. Vazifeli liyakatliler de Mevlâna'nın belirttiği gibi, ötelerden, bâtından, görünmeyenden sesleniştir.
İnsanın bu dünyada yaşarken bu ilahi kozmik düzeni fark edemediğini şöyle ifade etmiştir:
Kör bir deveye benzersin... boynundaki yular seni yeder durur; fakat sen çekeni gör, yuları değil! Çekeni ve yuları görsen senin için bu âlem aldanma yurdu olmazdı.
Mesnevi c. IV, 1321
( Batıni Mevlana - Kevser Yeşiltaş / Nilüfer Dinç )