Başörtüsü, Kuran'da geçmez.
Şu şekilde: (Kuran'daki din ve Uydurulan Din/ İstanbul Yayın Evi. Alıntı)
"Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." (Nur Suresi, 31)
Burada geçen "başörtüsü" yalandır.
Orjinali "örtü"dür. Bu da Arapça "Hımar" kelimesinden gelir.
Bu ayetteki "hımar" kelimesi, geniş manalı bir kelime olup, örtü manasına gelir. Eski Arap yazılarına bakılırsa hımarın yere konulan, masaya örtülen veya herhangi bir örtüyü tarif edebileceğini görürüz. Hımar, başı örterse başörtüsü olur, masaya konursa masa örtüsü olur. Allah eğer "hımar" kelimesi ile başın örtülmesini isteseydi, "hımarürres" gibi bir vurgulama ile başörtüsü diyebilirdi: Böylece "res" kelimesi ile baş bölgesi vurgulanır ve örtü kelimesi olan "hımar" ile beraber başörtüsü net bir şekilde anlaşılırdı. Nitekim abdest alınmasıyla ilgili ayette başın sıvazlanması söylenirken, baş kelimesi arapça karşılığı "res" ile vurgulanır.
Üstelik ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu geçer. Yani hımarın başı kapatması değil, ayette açıkça yaka dekoltesini örtmesi istenir (Yaka açığı manasına gelen cuub kelimesi hem bu ayette kapanılacak bölgeyi belirtmek için, hem Hz. Musa'nın yaka açığına elini soktuğunu belirten ayetlerde geçer.) Humar, salt baş örtüsü manasına gelse bile bu ayetten başı örtmek değil, yine yaka dekoltesini kapatmak anlaşılacaktı.
Üstelik, başörtüsünü Kuran'a maletmek isteyen zihniyet, açık bir saptırma yaparak "felyedribne" fiilini, "salsınlar" diye tercüme etmeye kalkmıştır. Böylece ayeti okuyan "başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar" şeklinde (sanki yukarıda bir şey zaten olmalıymış da o salınmalıymış) okuyacaktır. Oysa hiçbir şekilde "darabe" kökünden türeyen "felyedribne" fiili "salsınlar" manasına gelmez. Bu fiille örtünün yaka açığına konulması yani kapatılması anlatılır. Kuran'da salsınlar, indirsinler manasında "felyüdnine" kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi, felyedribne fiili yerine felyudnine fiilini kullanabilirdi. Bu örnek bize gelenekç, zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gereğinde Kuran'daki kelimelerin manasına kaydırmaktan çekinmediğini göstermektedir."
Öte yandan, "peki o zaman neden müslümanlar başlarını örtüyor" diye sorulabilir. Madem Allah bunu emretmemiş, bu gelenek nereden geliyor?
Aslında sorunun cevabı, yine soruda. Çünkü başörtüsü bir emir değil, gerçekten bir "gelenek"tir.
Biz Türkler eğer Arabistan'da yaşasaydık biz de başımızı kapardık. Neden? Güneş ışınlarından korunmak için. Bu yüzden baş örtme, aslında sadece kadınların bir geleneği değil, orada yaşayan herkesin, erkeğin de bir geleneğidir.
Bugün hala Arap yarımadasının erkekleri başlarını örterler. Halbuki Kuranda erkekler için böyle bir ima bile yoktur. O halde Arap yarımadasının erkekleri başlarını din emri için değil, empirik nedenleri olan şartlar yüzünden örterler.
Tıpkı kadınların örttüğü gibi.
Bugün, tutucu, korkak, ancak karısına söz geçirebilen, kadına antipatik Ortadoğulu geçmişine sahip olduğumuz için, kadınlar kuzeyde de başlarını hala örterler. Bu, bizim ve tüm ortadoğu, hatta müslüman aleminin bir yarasıdır.
Bu böyledir. Fakat ben burada anket için oy kullanmadım. Çünkü her ne kadar bu Kuran'da geçmiyorsa da, İnsanların çıkmaza düşüp "herhalde Allah, tahrik olmayalım maksadıyle bunu söyledi" diye düşünmesi yanlış da olsa insani bir eğilimdir. Bu gibi anketlerle, zıtlaşma, çatışma, çekişme ve sorunun çözümsüzlüğü katmerlenir. Hiçbir erkek, bir kadının saçından ne tahrik olur, ne de günaha girer. Onlar bunu söyleme ihtiyacına giriyorlar, çünkü onların da aklı bu ayetle karışık. Bu durumda insanların karakterlerine insafsızca saldırmak yerine, seçimlerine saygı duyarak onlara doğruyu anlatırsanız, insanları düşünmeye sevkedersiniz. Aksi halde karşılıklı hoşgörüsüzlük, çatışma doğurur.