Düşünmeyi bilmek
İnsan yaşamında, düşünmeyi bilmek epeyce önemli bir yer tutar. Tefekkür edebilmek, ayakta kalmanın ve yenilenmenin bir nedenidir. “Düşünebilme” sözcüğü ile anlatılmak istenen, bir kültür olayıdır.
Bir metni anlamak açısından düşünebilmek, belki de en önemli noktadır.
Diyelim ki önümüze konacak bir makale hakkında yorum yapmamız isteniyor. Bunu dillendireceksek, önce o yazıyı anlamak zorundayız.
Bunun temel koşulu, o konu hakkında bir alt yapıya yani veri tabanına, düşünerek anlayabilecek, çözümleyebilecek, yorumlayabilecek düzeye aynı zamanda bir konuşma yeteneğine sahip olmaktır. Bu saydıklarım bizde bulunmuyorsa ortaya çelişkiler çıkar.
Hayat her gün yeni sözler söyleyebilmeyi gerektirir. Ben “düşünüyorum, yanılmam” diyen dahi yanılır. “En iyi ben bilirim” cümlesini ağzından eksik etmeyen, aslında en cahilimizdir. Çünkü değerlendirmeden yoksun şekilde konuşur. Böyle olunca, hata yapması kaçınılmaz olur.
Düşüncesizce üstünlük taslayan, geride kalandır. Oldum zanneden, bir arpa boyu bile yol kat etmemiştir. Olgunlukla söylenmeyen “piştim, oldum” sözü, akılsızlığın, yetersizliğin bir ifadesidir.
Unutmayalım!
Hepimizin, istisnasız, düşünceye muhakeme gücüne ihtiyacı var.
Bu, değişmez tek kuraldır.
Gerçek olan şu ki; çoğu insanın aklına basit şeylerin dışında pek bir şey gelmez. “Düşünüyorum” der, ama aslında bu, tekrarlarını veya içgüdülerini devreye sokmasından başka bir şey değildir.
Kurnazlık denilen “küçük pratik zekâ” ile meseleleri çözmeye çalışır.
Uzmanlık konuları, alışılmış şeylerdir. Eskinin mahsulüdür. Belirli süreler için kullanılır. Ancak üretim boyutunda yaşanabilecek bir zorluk, onu giderecek olan ‘çözüm'e ihtiyaç duyar.
İnsani falso, işte bu noktada kendini gösterir.
Düşünemeyen, düşünce üretemeyen kişi, hayatın bitmez tükenmez problemleri ile uğraşmak zorundadır ve epeyce zorlanır.
Zira kendisinde bir alt yapı, kural, metot yoktur; gelişigüzel yönlendiği konuların peşinde dolanıp durur, ama bir sonuç çıkaramaz.
Basit işlerin dışında bu yeteneğini ortaya koyamaz. Doğruları ise genellikle hemen herkesin “biliyorum” dediği “sıradanmış” gibi kabul edilen bahislerle ilgilidir.
Düşüncesiz kişi, “sevgi”, “sorumluluk” ve benzeri kavramları çok kullanılır. Ancak dillendirdiği bu sözcüklerin içselliğine pek giremez, çünkü mantıklı düşünemez.
Düşünmeyle ilgili bir numaralı uyarı, Kur’anı-ı Kerim’den gelir.
Ayetlerde inanç sahiplerine birçok kez “hâlâ düşünmüyor musunuz, hâlâ tefekkür etmiyor musunuz?” şeklinde yaklaşımlarla bu uyarı yapılır.
Demek ki düşünmeden, ismi Allah olan manayı anlamak imkânsızdır. Bu yetenek gelişirse bu kez “arınma” cihetine gidilir.
Ama düşüneceksin ki, yolun aydınlansın; sorunlar ışık hızıyla çözüme ulaşsın. Bu da bilgiyle olur. Alt yapıda bu kaynak yoksa, düşünse de insanoğlu bir yerlere varamaz. Daha doğrusu, düşüncesi güdük kalır.
Bilginin varacağı nokta, düşüncedir. Şayet böyle olmazsa bilgi bir şablon mahiyetinde kalır. Bu ise ezberi getirir. Biz özellikle pozitif bilimlerde daima “ezberci” şablonları kullanırız.
Mistik konularla bağlamayı aklımıza getirmeyiz. Böyle olduğu için “icat” edici özelliğimiz bir türlü yoğunluk kazanamaz ve daima yatay gelişmeleri yaşarız. Bu aşamada düşüncenin önemini pek fark edemeyiz.
Belirli bir tarzda eğitim almış olduğumuz için, öyle öğretmeye çalışırız; ne aldıysak onu veririz ve bu derin zaaf, bir miras gibi nesilleri de, dönemleri de dolaşır durur. Ve bu konum, toplumun en kötü hastalığını “ezberciliği” getirir.
Daha açık tarif edeyim. Düşüncesizce yapılan girişimler düşünce taşır gibi görünür, ama önemsizdir; keyfiyet hep aynı kalır.
Bu yüzden de düşünen insan çok azdır ve kolaylıkla “fikir adamı” yetişmez. Ezberi yaşayan ise aktif olanı anlayamaz, algılayamadığı için yaptığı girişimleri, yenilikleri hiçe sayar. Bol keseden atarken ne yaptığı aklına bile gelmez. Zira “üretemez” ama ne hikmetse o sıfata sahipmiş gibi bir tavır takınır.
Oysa düşünen/muhakeme eden insanların varlığı, sonsuz boyutlarda, “her an yeni bir şanda” olup akar gider. Onların önünü kesmeniz imkânsızdır. Bizler, bu tür insanların yüzü suyu hürmetine, asla ulaşamayacağımız bilgilere sahip oluyoruz.
Bütün bu anlatılanların yanı sıra, her şeye rağmen “yardımsız” kalmamak çok güzel bir şeydir.
Ama ne yazık ki, basit doğrular, göz boyutuna duyulan ilgi odakları, kimilerine bazı şeyleri fark ettirmiyor. Ayrıca bu çarpıklık kimsenin umurunda da olmuyor.
Bu husus, daha çok beşeri anlamdaki acziyetle ilgili. Yaratılış gayesi bu acziyete yapışıp kalırken, insanoğlu ilâhi bilgiden (data) düşünceden mahrum oluyor.
Bu kez istismar yoluna saparken, şükrü unutup gidiyor.
Ve nankörlük adına ne varsa elinden geleni yapıyor.
SAYGILAR