Nedim Kula
FRANSIZ ŞİİRİNE YANSIYAN
EVRENSEL İLKELERİYLE PARNAS
"Beyaz kadırgaların sarkıp güvertesinden
Yeni yıldızların çıkışına bakarlardı
Okyanusun dibinden meçhul göklere doğru,"
JoseMaria deHeredia
Parnassos, yamaçlarından Kastalia pınarının doğduğu, mitolojide Apollon'la Korykion nympha'larmm kutsal yeri olarak geçen, Yunanistan'ın
orta kesiminde bulunan yüce bir dağdır. Günahkârların aşağı atıldığı Phaidriades kayalıklarıyla günümüze kadar gizemini koruyan bu dağ,
Rönesans hümanizminin en olgun yapıtlarım veren Raffaello'nun Vatikan'da, Stanza della Segnatura'da yer alan bir freskinde işlenmiş; ayrıca,
klasik resmin en Önemli temsilcilerinden biri olan Poussin'in de, bugün
Prado'da sergilenen bir tablosuna bütün görkemliliğiyle yansımıştır.
Şairlerin kutsal sığmağıdır bu dağ; onlara şiirler esinleyen Kalliope, Klio,
Polhymnia, Euterpe, Terpsikhore, Erato, Melpomene, Thalia ve Urania
adlı dokuz kız kardeş burada oturur da ondan. Sanatçılara göz kamaştırıcı
güzellikler sunan bu dağın önemi bu kadarla da bitmeyecek, XIX. yüzyıl
sonlarına doğru, romantiklerin duygusallığına tepki olarak kurulan,
biçimsel yetkinlik ve uyuma ağırlık veren bir Fransız şiir akımına da ismini vererek, onu, yazın dünyasının ölümsüzleri arasına sokacaktır.
Şimdi, etkisini yıllarca koruyan bu yazınsal oluşumu çeşitli şairlerin
düşüncelerine, bizlere ışık tutan kaynaklarına başvurarak yansıtmaya
çalışalım.
Catulle Mendes ve Louis-Xavier de Ricard adında iki genç şair, aynı
düşüncede olan kişilerle, çeşitli zamanlarda, yazınla ilgili sorunların
tartışıldığı küçük küçük topluluklar oluştururlar. Bunlardan Catulle
121Littera
Mendes, 1860 yılında, Theophile Gautier, Charles Baudelaire, Villiers de
L'Isle-Adam gibi şairlerin yapıtlanrra yer veren "La Revue Fantaİsiste"
adlı dergiyi çıkarır. Louis-Xavier de Ricard'sa, 1865'de, "L'Art" dergisini
ünlü yayımcı Lemerre aracılığıyla yayımlar. Parasal güçlüklerden dolayı
derginin çıkması tehlikeye girince, yazı kurulu, fasikül halinde, "Le Parnasse Contemporain"i çıkarmaya karar verir; 1866. yılının MartHaziran aylarında tam on sekiz sayı çıkararak, söz konusu akımın o kendine özgü yazınsal düşüncelerini, verdikleri örnekleri okuyucuya etkin bir
biçimde sunar.
Büyük bir özveriyle ortaya konan bu sanatsal yaratının etrafında toplanan şairler, romantizmin öğretilerini yadsıyarak "sanat için sanat" (l'art
pour Fart) ilkesini savunmaya başlayan Theophile Gautier'nin hayranıdırlar. Onun 1832'de yayımlanan, bir büyücünün eline düşen genç bir
ressamı konu alan, betimlemelerle dolu uzun anlatı şiiri "Albertus"la,
alaycı öyküleri içeren, "Les Jeunes-France" yapıtı, romantiklerden ne
kadar uzaklaştığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Artık,
karşılarında, bağımsızlığını elde etmiş, sanatçı kimliğinin bilincinde olan
usta bir yazım adamı vardır. "Ma d emo i s elle de Maupin" (1836)
romanında geleneksel ahlâkı bir kenara atan, güzelin bağımsızlığını vurgulayan düşünceleriyle çevresinde büyük tartışmalara yol açar. Yazar, bu
yapıtının önsözünde, "yararlı olanın tam tersine çirkin" olduğunu dile getirerek "sanatın yararlılık denilen öğeden tamamen soyutlanması" gerektiğini haykırır(l). Böylece, eski çağlardan beri tartışma konusu yapılan
sanat ve güzellik sorunuyla bizleri karşı karşıya bırakıverir. Bir zamanlar,
"Gnothi Seauton" (Kendini bil) sözünü Delphoi tapmağına altın harflerle
yazdıran Socrates'in, öğrencileri Glaukon ve Adeimantos'la tartışırken ortaya attığı "hem sanat dediğin, herkesin işine geleni arayıp bulması için
icat edilmiştir değil mi?"(2) sorusu, sanatta yararlılık gözettiği için parnasyen düşüncenin özüne terstir. Aristo'ya göre ise "güzel" hoşa gitme
olup, yararlılıktan uzak bir değerdir, bir erdemdir. Durmadan "bu ne
yapar?" diye sormak üstün yaradılışlı bir insana yakışmaz. Erdemler,
sağlayabilecekleri herhangi bir yarardan dolayı değil, kendi içlerinde istenilmesi gereken değerlerdir(3). Sanatçıdaki yaratma gücüne ağırlık veren
Aristo'nun bu düşüncesi, "sanat için sanat" görüşünü yazın çevrelerinde
savunan Gautier'ninkiyle aynıdır. Şairin çeşitli ülkelere yapmış olduğu
geziler, özellikle de Yunanistan yolculuğu sanat kuramının gelişmesine,
klasik estetiğe duyduğu hayranlığın güçlenmesine neden olur. Şiirin plastik sanatlarla akrabalığına olan inancı onu "transposition d'art" (sanatın
dönüştürülmesi) adını verdiği yeni bir şiir tekniği geliştirmeye iter.
122_______________________________ Evrensel İlkeleriyle Parnas
1852'de yazdığı "Emaux et Camees" (Mineler ve Akikler) geliştirilen yeni
tekniğin uygulandığı bir yapıtıdır. Olağanüstü Özellikleriyle, Gautier daha
sağlığında, Theodore de Banville, Leconte de Lisle, Sainte-Beuve, Fiaubert,
Goncourt Kardeşler, Baudelaire gibi yazın adamlarının önünde yeni ufuklar açmış, onların saygınlığını kazanmıştır. Bu sanatçıların en
önemlilerinden biri olan Baudelaire, Les Fleurs du Mal (Kötülük
Çiçekleri) yapıtını bu büyük şaire sunmuş, onu "Fransız yazının yetkin sihirbazı, kusursuz şairi"(4) olarak selâmlamıştır.
Parnas akımına ilgi duyan genç şairlerin etkisinde kaldıkları bir başka
ilginç sanatçı daha vardır: Leconte de Lisle. Şiirlerinde Kelt, İskandinav,
Yunan, Hint uygarlıklarının çöküşünü korkuyla değil, büyük bir coşkuyla
dile getiren şair, bu acımasız geçici dünyada sadece güzellik denilen
değerin bir önemi olduğunu, onun tadına vararak yaşamamızın daha
doğru olacağını söyler. Şiirlerini topladığı Poemes Antiques, Poemes
Barbares, Poemes Tragiques adlı yapıtlarında, yaşadığı çağda aradığını
bulamayan bir şairin haykırışını duyuyor, efsaneyle tarihin birbirine
karışarak gizemli bir ortam yarattığı uzak diyarlara yolculuk yapıyoruz.
"Güzel"in en yüce anlatımını bulduğu eski Yunan uygarlığı şiirsel bir
biçimde bu yapıtlarda yansıtılıp, destan ve söylencelerine göndermelerde
bulunuluyor. Şair, şiirlerinde sözcükleri, ses yinelemelerini, Ölçü ve uyakları öylesine insanı şaşırtan bir ustalıkla kullanıyor ki, çeşitli uygarlıkların
yansıtıldığı o tarihi yerler insan ve hayvanlarıyla dile geliyor, normal bir
şiir birden senfonik bir şiire dönüşü veriyor. Ona göre, Yunan bilgeliği
içimizdeki barışı ve dengeyi sağlayacak tek güçtür. Dinler bu dünyaya sadece şiddet ve cinayet getirmiştir. İnsan için dünya, büyük bir boşluktan
başka bir şey değildir; kaderimiz, bu boşlukta hep yalnız kalmaktır. Şair,
evrenin anlamını sorgular; sonunda, böyle bir araştırmanın ona büyük
sıkıntılar vereceğini düşünür; hinduizmin de etkisiyle, hayatın zevklerinden vazgeçmenin insanı mutluluğa götüreceği sonucuna varır.
Sanatçı, bilge konumunda olması gereken şaire "Le Sommeil du Condor"
(Kondorun uykusu) şiirindeki adına kondor da denilen, And dağlarının
görkemli kuşu akbabayı örnek verir. Göğün yüksekliklerinde uçan,
yeryüzünün her türlü çirkinliklerinden uzakta özgürce yaşayan, hatta
öleceğini anlayınca daha da yükseklere çıkarak can veren, yalnızca ölüsü
yere düşen bu soylu hayvandan şairin alması gereken Önemli bir ders
vardır: Her türlü maddî ve geçici olanın üzerine yükselerek özgürlüğün
şarkısını söyleyip, sonsuzlukla bütünleşmek. Evrensel güzelliğin yarattığı
coşkuyu, ölümsüzlüğü klasik estetiğin sınırlan içinde çağrışım gücü yüklü
sözcüklerle dizelere yansıtmak.
Parnas'ın öncüleri arasında yer alan bir başka vurgulanması gereken
şair de Thedore de Banville'dİr. Petit Traite de Poesie Française
(Fransız Şiiri Üzerine Küçük Bir İnceleme) adlı yapıtı, şiir yazma
tekniğinin özelliklerini bize yansıtır. Balad, rondo gibi daha XVI. Yüzyılda .
unutulmaya yüz tutmuş şiir türlerine canlılık kazandırmış, sonelere yeniden ilgi duyulmasını sağlamıştır. Uyağı Fransız şiirinin en önemli öğesi
olarak görmesi, Verlaine'in Art Poetique (Şiir Sanatı) şiirinde, uyağın
Önemini yadsıyan şu dizeleri yazmasına neden olur:
"Nedir bu kafiyeden çektiğimiz! Hangi
sağır çocuk ya da deli zenci Sarmış
başımıza bu meymenetsiz, Bu kof
sesler çıkaran kalp inciyi?"(5)
Şiiri salt uyak dünyasına indirgeyen, uyağı, şairlerin hülyalarını
perçinleyen, süsleyen altın çivi olarak gören Banville'in sanat evreni sadece düşünsel ve bilimsel kaygılardan ibaret değildir. Baudelaire'in
deyişiyle onun şiiri, "insanın düşünürken, yaşarken kendini mutlu hissettiği anları yansıtan" şiirdir(6). Banville, aynı ülküyü paylaşan ama
dağınık gruplar halinde yazınsal etkinliklerde bulunan genç şairleri Parnas'ın çatısı altında birleştirmeyi başarabilmiş biri olma özelliğiyle bu
akıma canlılık getirmiştir.
Jose" Maria de Heredia, kullandığı çift uyaklar, ince ince işlediği
ayrıntılar, ses özelliklerine sahip çağrışım gücü yüksek sözcükleriyle bu
akımın en ilginç şairlerinden" biridir. Şiirlerinde kulağa egzotik gelen yer
adları, doğadaki seslerin taklidi (onomatope) vardır. En çarpıcı söyleyişi,
kendine özgü sonelerinin son dizesinde yansıtan Heredia'nm L e s
Trophees (Ganimetler) yapıtı ışık, gölge, çizgi, kütle, uyak, renk, dizem
gibi öğelerin bir araya gelmesinden doğan uyumu estetik bir güzellik
içinde okuyucuya gösterir. Leconte de Lisle'e adadığı önsözde, ustasının
ona öğrettiği katıksız şiirin kurallarına, sanatın o ince sırlarına uyduğunu
vurgular(7). Antik Çağ'm, Rönesans'ın ya da bir sanat yapıtının şaşırtıcı
imgelerle sunulduğu sonelerde, diğer Parnas şairlerinde olduğu gibi, oniki
heceli dize (aleksandren) hakimdir; bu dize de dört vurgulu ölçüye ayrılır.
Eşit aralarla yinelenen vurgulamaların oluşturduğu uyuma, yani dizeme
ağırlık verilmiştir. Düşünce ve duyguyu en iyi yansıtan bir yazın türü
olduğuna inandığı için sone tarzında yazar, Dizelerinde ses
124__________________________________ Evrensel İlkeleriyle Farnas
öbekleşmelerine önem verir, bunun için de, en iyi örneğini Flaubert'de
rastlayacağımız, sözcük arayışına girer. Yapıtın bir başka Özelliği, renk bildiren sözcüklerin önemli bir yer tutmasıdır. Şair, elinde canlı renklerle
dolu bir palet, seyrettiği canlı ya da cansız nesneyi kendi iç devinimi içinde
vererek, yaptığı resmin gerçekleşmesini ister. Yarattığı dünyada hem çok
tanrılı dönemlerde yaşamış bir paganı, hem de soylu yücelikleriyle bir
Hıristiyan'ı canlandırır. Şairin duyduğu biçim kaygısının, yontusal
anlatımın egemen olduğu şiirine kazandırdığı bu sonsuz güzellik bizi
kendimizden geçirerek esrikleştirir. Birey olarak insanın değil, evrensel
insanın yansıtıldığı bu görkemli dünya, Heredia'nın doğa tutkusunu
gösteren imgesel sözcükleriyle daha da zenginleşir. Doğa
"üçlü yapısıyla gerçek haline uygun olarak alınmıştır. 'Deniz' ya
doğrudan vardır ya da kendisiyle bağlantısı olan, ada, resif, kum, kumsal, akıntı, vb. sözcüklerle. (...) 'Kara'nm kullanım sıkhğı yine çok fazladır. Bir gözlem: Heredia'da toprak siyah, kahverengi değildir, ya
'zümrütten çimenlerle örtülüdür ya katırtırnaklarıyla 'yaldızlanmış
1
ya
da batan güneşle 'tutuşmuş'tur. Öğelerin üçüncüsü, 'gökyüzü' hemen
her zaman çok renklidir, gelir kara ya da denizi örter. Göksel bir cisim
olan 'güneş' kimi zaman bir doğa öğesidir, kimi zaman ise, kahramanların güneşte yaşamakla ödüllendirildikleri panteist inanışa
gönderme yapar."(
Parnas okulunun kurallarında birleşen sanatçıların hemen hemen
hepsinin örnek aldıkları bir kadın vardır: Hypatia. 370-415 yılları arasında
İskenderiye'de yaşamış, Yeni-Platoncu felsefe okulunun yöneticiliğini
yapmış, düşünsel yeteneği ve konuşma ustalığıyla ilgileri çekmiş bu
kadın, Verlaine'in bir dizesinde "Bir tek odur hâlâ yaşayan, hiç
değişmeden, öylesine sonsuz"(9) sözcükleriyle yüceltilir. Yaşadığı
dönemde, ilk Hıristiyanlarca putperestlikle özdeşleştirilen bilimi simgeleyen bu matematikçi filozof, fanatik bir kitle tarafından linç edilerek .
Öldürüldüğünde, Ölümsüzleşir, yıllar sonra, Parnas denilen akım, onu,
şiirinde titizlikle seçilmiş sözcüklerle kutsar. Hypatia, güzellik ve bilgeliği
bir araya getirebildiği için, bu iki farklı değerden zıtlıkların uyumunu
çıkarabildiği için Parnas'm simgesi olur; bütün bu özellikleriyle de, Parnas
şiirde yer alan Heracles, İphikles, Alkmene, Niobe gibi bizi imgelemsel bir
yolculuğa çıkartan adları çok geride bırakır.
Romantizm'e tepki olarak doğan Parnas, olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğunu ileri
125Littera
süren Positivizm'in etkisiyle şiire kalıcı katkılarda bulunur. Bilimsel bilgiye duyulan sonsuz güven "sanat sanat içindir" kuramının gelişmesine
neden olur. Güzelliğin ancak güzel biçimlerle elde edilebileceğini savunan
bu kuram, Parnas şiirinin seçkin kişilere seslenen bir şiir olmasına yol
açar. Rene Lalou'nun da vurguladığı gibi, biçime tapım ve şiirde yoğun bir
şekilde hissedilen kötümserlik, bu hareketin iki önemli ilkesidir; söz konusu ilkeleri göz ardı eden bir sanatçı doğru yoldan çıkmaya mahkumdur
(10). Güzellik ve yetkinlik sanatın terk ereğidir; biçemde tam yetkinliğe
ulaşmak isteyen şair, fildişi kuleye çekilerek güzel'i yararlı'ya
yeğlemelidir. Şairin kişiliğini gizlemesiyle, şiir, iç dünyadan dış dünyaya,
öznellikten nesnelliğe geçiş yapar. Kişisel duygu ve tutkuların yerini, dış
dünyada yapılan gözlemlerin nesnel bir tutumla anlatılışı alır. Romantizm'de bir kenara bırakılan Yunan-Latin kültüründen başka, incelemenin başında da vurguladığımız gibi, yabancı ülkelerin kültür ve
söylencelerinden yararlanılmış, şiirde egzotik bir hava estirilmiştir.
Sanatçı, güzeli ele geçirebilmek için, yaratıyı rastlantıya bırakmamalıdır;
bir sanat yapıtı ancak üstesinden gelinmiş güçlüklerle çok daha güzel bir
görünüme kavuşur. Uyak ve ses yinelemelerine önem verilen, ahengin
yerini ritmin aldığı, nazım şekli olarak en çok sonenin kullanıldığı Parnas
şiiri, sözcükleri kuyumcu titizliğiyle işleyen usta şairlerin elinde yücelmiş,
saygın olma özelliğini günümüze kadar korumuştur.
Parnas'm evrenselleşen ilkeleri Türk yazınına da yansımış, şiire yeni
bir soluk getirmiştir. Cenap Sahabettin, bu akımın tanıtılmasına önderlik
eden ilk kişidir. Daha sonra, François Coppee'yi benimseyerek o tarzda
şiirler yazan Tevfik Fikret gözümüze çarpar. Ama, Yahya Kemal'de bu
akımın etkisi doruk noktasına çıkar.' Onun, Jose Maria de Heredia
hakkındaki şu sözleri, şairin bu akımı ne kadar benimsediğini bize açık bir
şekilde gösterir:
"Heredia'nm derli toplu eserine bağlanmanın hayâtımın en esaslı bir
talihi olduğunu itiraf ederim. Avrupa'nın klâsikleri ve romantikleri ne
vücŞda getirmişse onda sıkı bir inbikten geçirilmiş haldeydi. Lâtin ve
Yunan şâirlerinin değerlerini ondan öğrendim. Heredia'nm her sonnet'si üzerinde bir iki ay kalıyordum. Bir soneden diğer soneye geçiş
benimçün yeni bir heyecan oluyordu. Şiirin asıl mâdenine elimle dokunduğumu hissediyordum."(11)
Yahya Kemal'in, bize, Heredia'nm "Le Reveil d'un Dieu" (Bir
Tanrı'nm Uyanışı) sonesini(12) anımsatan "Biblos Kadmlan"yla,
126___________________________________ Evrensel İlkeleriyle Parnas
ThĞophile Gautier'nin izlerini taşıyan "Çin Kâsesi" adlı şiirleri(13), Parnas
akımının havasının hissedildiği en çarpıcı örneklerdir.
Parnas, gördüklerini renk ve şekilleriyle tual ya da mermer
üstündeymiş gibi saptayarak, kalemini bir fırça gibi kullanan şairleriyle,
ahlaksal, siyasal ve toplumsal sorunları anlatan bir araç olmaktan çıkarılıp
amaç haline getirilen, plastik güzelliğin egemen olduğu, düşünsel temele
oturtulan şiirleriyle sanat dünyasına yepyeni estetik bir canlılık getirmiş,
"arı şiir" anlayışıyla Fransız şiirine zenginlikler sunmuş bir akım olarak,
mermer tanrıçalarıyla, tunçtan kahramanlarıyla biz okuyucuları sanatın
evrensel sınırlarında gezdirmeye devam edecektir.
NOTLAR
1-Theophile Gautier, Mademoiselle de Maupin, Classique Garnier,
Paris 1955, s. 23.
2-Eflatun, Devlet, Çev: Sebahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1980, s. 33.
3. Aristoteles, Politika, Çev: Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul 1983,
s. 236.
11-Charles Baudelaire, Les Fleurs du Mal, Larousse, Paris 1973, s. 13
12-Paul Verlaine, Art Poetique, Çev: Sabahattin Eyuboğlu,
Şiir
Çevirileri, Cem Yayınevi, İstanbul 1976, s. 32.
6- Charles Baudelaire, L'Art Romantique, Julliard, Utrecht 1964, s. 261.
7-Jose Maria de Heredia, Les Trophees, Librairie Alphonse Lemerre,
Paris 1937, s. 3-4.
13- Tanju İnal-Semiramis Kantel, "Sanat için Sanat ve Parnas Şiir Akımı",
Yazın Akımları Özel Sayısı, Türk Dil Kurumu Yayınlan, Ocak 1981,
sayı: 349, s. 93.
14-Paul Verlaine, Poemes Choisis, Librairie Didier, Belgique 1969.
10-Rene Lalou, Les Etapes de la Poesie Française, Presses Universitaires de France, Paris 1943, s. 92.
15-YahyaKemal, Hâtıralarım, BahaMatbaası, İstanbul 1976, s. 108.
16-Jose Maria de Heredia, Les Trophees, s. 28.
17- Yahya Kemal, Kendi Gök Kubbemiz, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul 1985, s. 148-149.
127
Kaynak: Littera Edebiyat Yazıları, Haz.:Cengiz Ertem, Ürün Yayınları, Cilt:7, Ankara
1996
sevgiler...saygılar...