Bilim, her günkü düşünmelerimizin saflaşmasından başka bir şey değildir.
~ Albert Einstein ~
“ATATÜRK’ÜN MAL VARLIĞI”...
Gönderen Hüseyin AKTAŞ , Pzt, 24/01/2011 - 01:46 tarihinde
Sonsuz us sitesindeki bir tartışmada, katılımcılardan biri, Atatürk’e karşı savlarını kanıtlamak için bir link verdi. Bu linkte Hasan Rua adlı bir şahıs, İsmail Cem’in Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi adlı kitabını kaynak göstererek, Atatürk’ün sağlığında olağan üstü bir servet edindiğini söylemekte, olayları çarpıtarak ortalığı bulandırmaktadır.
Vasiyetten çıkarılan ve önü ardı yazılmadan yalnızca Atatürk’ün sahipliğindeki “mal varlığı” olarak görülen taşınır ve taşınmaz malların dökümünü yapmak suretiyle Atatürk karalanmaya çalışılmaktadır.
İsmail Cem’in “Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi” adlı kitaptan kaynak gösteren benzer yazarların işi, tamamen Türk halkının tarihi ve moral değerlerini yıkmaya yönelik çamur kampanyasından ibarettir.
Hasan Rua adlı şahıs yazısının girişinde de çarpık bir dizi girizgahtan ve yalnızca mal varlığı dökümünü yaptıktan sonra ise şunları "dökmüştür":
“Nepal Komünist Partisi’nin lider ve üyelerine “araba almayı” bile yasakladığını düşünürsek ısrarla birileri tarafından “sosyalist” olduğu söylenen Atatürk’ün bu mal varlığı çelişki değil midir? Bu mal varlığının kaynağı konusunda ise bir şey söylemek yanlış olur, belki gerçekten de “alın teriyle” kazanılmıştır; ya da değil. Elde belge yokken konuşmak doğru değil.
Bu mal varlığının ve mal varlığının nakte çevrilmişinin bugün yasal varisi Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Üstelik CHP’ye Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hissesi de devredilmiştir.
Ne diyelim; “Allah bereket versin!”.
“Elinde belge yokken” o denli çamuru atıp, bir de üstüne böyle tüy dikmek, bu tip yazarlara çok yakışıyor.
“Hasan Rua kimdir” diye Googleda aradığınızda karşınıza şu bağ çıkyor:
http://hasanrua.wordpress.com/hakkimda/Bu bağda özetle:
İsmi, Hasan Rua Demiroğlu.
Kronik Muhalif haber sitesi yazarı. Aynı zamanda Kronik Muhalif dergisi editörü ve yazarı.
1990 doğumlu, bir kısmını Derin Düşünce ve Kronik Muhalif isimli internet sitelerinde yayımladığı yazıları burada topladı..
Ne okur?
Ayşe Hür, Murat Belge, Sevan Nişanyan, Ahmet Altan, Engin Ardıç, Yıldıray Oğur..
Ayn Rand, Richard Dawkins, Georges Politzer, Bertrand Russell, Proudhon.
Necidir?
Bireyci-anarşist. Darwinist.
Blog Hakkında:
Bu blogun hiçbir iddiası yoktur. İyi yazı okutmak, doğru bilgiler vermek gibi bir iddiaya sahip değildir. Aynı zamanda “halkı aydınlatmak” gibi kendini evliya halkı pespaye gören kolektivist ideolojiden ve onun modernizmi tersinden anlama eğiliminden nefret eden biri tarafından yazıldığından doğal olarak böyle bir iddiası da yoktur.
“Saygı” blogun önceliği değildir. Çoğu zaman bu kavram; “yanlış” düşüncelere geniş bir manevra alanı vermektedir. Abartılan saygı kavramı; “yanlışa” meşruiyet tanır. Başta resmi ideoloji olmak üzere, hiçbir değere yönelik eleştiride o değere inanan insanları rencide etmemek dışında sınır kabul edilmemektedir.
Yani 20 yaşında. Okuduğu yazarlar Taraf gazetesi yazarları. Hiçbir iddiası yokmuş iddiasız iddialımızın. Saygı blogunun önceliği değilmiş.
Tüm bunlardan sonra 20 yaşındaki bu çocuğu muhatap alalım mı almayalım mı diye düşündüm. Anasının karnında tarih okumaya başlasa, 20 yaşında ne öğrenir de anlatabilir ki bir insan? Ancak askere gitme çağına gelir. Askere gitme çağı gelen bir tüysüzün, askeri bir dehanın olağanüstü bir eseri olan Cumhuriyete karşı tüy dikme terbiyesizliğinden başka ne marifeti olabilirdi? Ancak bu çocuğun söylediği sözlerin önüne ardına bakmaksızın onu kaynak gösteren adamdan saydığımız birileri olunca, bu çarpıklığa karşı bir yazı yazmak boynumuzun borcu oldu.
Kaç kez belirttim:
Bu ülkede uzun yıllardır Türk halkına karşı kimliksizleştirme, Türk halkına karşı olan herkese de bir kimlik uydurma çabası var. “Maddenin Sakınımı” yasasını unutan bu soysuzların unuttuğu bir şey var ki o ada bu toprakların uzun süreli ihaneti bağrında barındırmayacağıdır. Bu soysuzların aynı zamanda bu ülkenin dinini de yozlaştırma suretiyle kullandığını söyledim. Dile, Aileye, Çocuğa, dayanışmaya, imeceye, her şeye saldırıyorlar. Bizleri “reel olarak” ayakta tutan her türlü tarihi gerçekliği ve moral değeri yok etmeye çalışmaktadırlar. Anadolu plakasını avuçlarının içine almak için en başta yok edilmesi gereken Türklerdir. Türklerin beli kırıldıktan sonra gerisi çocuk oyuncağıdır…
Bunları söylerken beni de derhal “ulusalcı, faşist” diyerek suçlayacaklardır. Çünkü ben sosyalistim. Nasıl olur da “Türkler” derim. Türk dersem faşist olmam gerekir hemen. Onlar “çayın taşı ile çayın kuşunu vurmaya” alışkınlar. Sosyalisti sosyalizmin değerleriyle, dindarı dinin değerleriyle, ulusalcıyı ulus teorileriyle vurmaya çalışıyorlar. Her kesimi hem kendi değerleriyle, hem de birbirlerine karşı kışkırtarak kırmaya çalışıyorlar. Bu sinsi politikanın ayyuka çıkması için, bu ülkede herkesin çok okuması, kendini ve dünyayı anlama yönünde olağanüstü çaba sarf etmesi gerekiyor. Beş dakika olaylara sırtınızı döndüğünüzde rüzgarın önündeki bir yaprak gibi savruluyorsunuz...
Şimdi Hasan Rua’ya yanıt verelim:
Öncelikle aklı başında hiçbir sosyalist, Türkiye’de ve dünyada, Marksist anlamda Mustafa Kemal’in sosyalist olduğunu iddia etmemiştir. Sosyalizm Türkçeye “toplumculuk” olarak çevrilir. Sosyalist de “toplumcu” olarak... Sözcüğün toplumculuk tarafından tutarsanız Atatürk’ü toplumcu yapabilirsiniz. “Toplumcu” sözcüğünü de “sosyalist” olarak kabul ederseniz, pek ala Atatürk de sosyalist olur. İçinde bulunduğu toplumu ileriye doğru taşımaya çalışan her unsur bir tür “sosyalisttir” bu anlamda. Ancak Marksizme göre sosyalist olmak; kapitalizme karşı olmayı, kapitalist devleti yıkarak Proleterya Diktatörlüğünün önderliğinde sosyalizmi inşa etmeyi gerektirir. Bu anlamda Atatürk sosyalist değildir. Onun bu anlamda sosyalist olmayışına ise, Marksist anlamda kendini sosyalist görenlerin küfretmesi gerekmiyor. Hatta denilebilir ki; Mustafa Kemal ile aynı dönemde var olabilecek güçlü bir sosyalist önderlik olsaydı, o günkü koşullarda aynı toplumsal devrimleri yapardı. Hatta bugün bile bu ülkede burjuva demokratik devrimlerin tamamlanmayışını dikkate alan sosyalistler, ilk etapta “demokratik halk devrimini” savunmaktadırlar. İlk etapta demokratik halk devrimi, sonra “kesintisiz” olarak sosyalist devrim… Ancak Hasan Rua’nın aklı henüz bunlara ermez. O “içimizdeki Amerika’nın” TARAFtarlarının TARlarını çalmaya, onların "kuş kaldıranı" olmaya devam etsin.
Hasan Rua yazısındaki savlara İsmail Cem’i kaynak göstermişti.
İsmail Cem Doğan Avcıoğlu’ndan alıntı yapmıştı.
Doğan Avcıoğlu Mazhar Leventoğlu’ndan alıntı yapar.
Mazhar Leventoğlu da Atatürk’ün Vasiyeti’inden.
Kulaktan kulağa oyunu sanki...
Yazar namusu olmayanların işi çarpıtmadan öteye gidemiyor. Yazar namusu olması için, asgari namuslu olmak yeter oysa. “ve ben şairim/ namus işçisiyim yani/ yürek işçisi” der Ahmet Arif… Yazarın işçiliği de geri kalamaz ki şairin işçiliğinden. Gelgelelim kendini yazar sanan türediler, tarihe küfretmekten geri duramazlar.
Mazhar Leventoğlu’nun "Atatürk’ün Vasiyeti" adlı eserine ulaşamadım. Gerek de duymadım.
Şimdi Mazhar Leventoğlu’ndan alıntı yapan Doğan Avcıoğlu ne diyor bir bakalım:
Türkiye’nin Düzeni, sayfa 371’den başlayarak:
ÖRNEK MÜTŞEBBİS: GAZİ
Bu harekete bizzat Gazi örnek verecektir. Gazi örnek bir çiftçi, örnek bir bankacı ve örnek bir sanayici olacaktır. Gazi sonradan Hazine’ye bağışlayacağı bir çok örnek çiftlik kuracaktır. Bu çiftlikler şunlardır: Ankara’da Osman Çiftliği (Orman, Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesut; Çakırlar çiftliklerinden kurulu), Yalova’da Milet ve Baltacı çiftlikleri, Silifke’de Tekir ve Şövalye çiftlikleri, Dörtyol’da portakal bahçesi ile Karabasmak Çiftliği, Tarsus’ta Piloğlu Çiftliği.
Gazi bu çiftliklerde traktör üzerine binerek tarım yapmış, çiftlik ürünlerini çevreye dağıtmış ve komşu çiftliklerle birleşerek kooperatifler kurulmasını teşvik etmiştir. Mesala Tekir Çiftliği sahibi Kemal Atatürk, Silifke Ziraat Bankası’na şu dilekçeyi veriyordu: “Merkezi Tekir Çiftliği olmak ve Arkası, Persenti, Avşar, Karadedeli, Tekir, Tekirkoyuncu, Türkmenli, Türkmenuşağı, Tozara köylerini de ihtiva etmek üzere mıntıkamızda 2836 Tarım Kredi Kooperatifi kurmak istiyoruz.
Dileğimiz Bankanızca da muvafık görüldüğü takdirde imzalanmak üzere, altı nüsha anamukavalenamenin Ekonomi Bakanlığınca tasdik ve noterlikçe tescil muamelelerinin ifası için gereğinin yapılmasını dileriz”.
İnönü, milletin hizmetine verilen bu çiftlikler hakkında Meclis kürsüsünden şu bilgiyi vermektedir:
“Hazine’ye geçmekte olan bu çiftliklerin değeri milyonları anlatan bir servet halindedir. Bu çiftlikleri, Atatürk, yıllardan beri kişisel birikimi, özellikle kişisel emeği ile kurmuştur.
Atatürk, her türlü kişisel yararların, kendi kişiliğine yönelecek her türlü yararların daima üstünde kalmış ve daima üstünde kalacak olan ulusal varlıktır.
Bu çiftlikleri Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi’nin malı olarak saklıyordu. Şimdi Hazine’ye terk etmesi, bu defa çiftliklerin köylüler için bir okul, özendirici bir araç halinde kullanılmasının, Devlet elinde açısından daha kolay olacağı umudundandır”
Atatürk, tarımın dışında sanayi alanında ilk yerli bira fabrikasıyle çeşitli fabrikalar kuruduğu gibi(*) sanayi finansmanında önemli bir rol oynaması beklenen İş Bankası’nın da temellerini atmıştır. Atatürk, önce Osmanlı Bankası ile ortaklık kurarak, bu bankayı az çok kontrol altına almak istemiştir. Osmanlı Bankası’nın olumsuz tutumu üzerinedir ki, bir milli banka kurmanın zorunluluğuna kanaat getirmiştir. Falih Rıfkı’ya göre, yabancı bankalardan biri, “- Acaba sizdeki yüzbin liramızla bankanıza ortak olamaz mıyız? Sualine, Türklerin bu işlerle uğraşması yersiz olduğu gibi bir cevap verince, Mustafa Kemal, yüzbin lirayı hemen bankadan çeker, çuval içinde Kasaboğlu çarşısında bir dükkana koyar ve önüne bir de nöbetçi diker. Şimdi sermayeleri yüz milyonları aşan resmi ve hususi bankaların temeli budur”.(*) 362
(*) Atatürk’ün sanayi alanındaki teşebbüsleri şöyle sıralanabilir: Bira fabrikası, malt fabrikası, buz fabrikası, soda ve gazoz fabrikası, iki yoğurt imalathanesi, şarap imalathanesi, iki taşlı elektrikle işler bir değirmen, İstanbul’da bulunan bir çelik fabrikasının yüze 40 payı, iki peynir imalathanesi.
Tarım alanında Atatürk’e ait çiftliklerin toplam genişliği 154 bin 129 dönümü bulmaktadır. Bütün bunlar millete kalmıştır.
(*) 123 sayılı Geçit dergisine göre, Celal Bayar İş Bankası’nın kuruluşunu şöyle anlatmaktadır:
“- İmar Vekili bulunuyordum. İşlerimiz çoktu. Türk ve Rumlar arsında mübadele muameleleri yapıyorduk. Rumlar ticaret ve sanayi erbabı olarak Batı Trakya’yı terk ediyorlardı.
Bu iki benzemez vasıftaki insanların mübadelesi müşküldü. Bir gün, Atatürk’ün kayınpederi Uşşakizade Muammer Bey bana geldi. Gazi’nin ve kendisinin 250 bin liralarının bulunduğunu, bununla ihracat ve ithalat işleri yapmak istediklerini, fakat Gazi Hazretleri’nin kendisine:
- Bir kere Celal Bey’e sorunuz, ondan fikir alınız, dediğini söyledi.
İthalat ve ihracat işlerinin çok riskli olabileceğini düşündüm. Sonra Gazi’nin bu gibi işlere isminin karışmaması gerektiğini düşündüm. Vaktiyle bankada çalışırken, Türk tacirlerinin yabancı bankalardan faydalandıklarını görür ve milli bir Türk bankasına daima ihtiyaç duyardım.
Bu 250 bin lira ile 1 milyon sermayeli bir banka kurulmasını, bunun aslında bir amme hizmeti olacağını düşündüm, bu telkini Muammer Bey’e yaptım.
Atatürk, bu fikri beğenmiş, bir akşam bu konuyu sofrada ortaya attı. Üzerinde derinlemesine konuştu ve ‘Ama kim idare edecek bunu? Bunu idare etmek için Celal Bey gibi insan lazım’ dedi.
Atatürk, bu bahsi bir gün sonra bana açtı: ‘Böyle bir şeyi kabul eder miydiniz?’ diye sordu. ‘Siz emrettikten sonra…’ dedim. ‘Ama’ dedi Atatürk, ‘Vekilliği bırakmak gerekirse?’, ‘Mümkündür’ dedim. ‘Belki mebusluğu da bırakmak gerekir’ dedi. Yine ‘ mümkündür Paşam’ dedim. O anda Atatürk’ün gözleri yaşarmış gibiydi.
26 Ağustos gününü, Bankanın yıldönümü tayin etmeyi düşündüm”.
İŞ BANKASI
Daha sonra ittihatçıların İtibar-ı Milli Bankası’nı da yutacak olan İş Bankası, 1924 yılında 1 milyon lira sermaye ile kurulmuştur. Fakat ödenmiş sermaye, 250 bin lira idi ve bu para, Atatürk tarafından verilmişti. Öteki kurucular, hemen hemen hiçbir para ödemeden, büyük bir gelişme gösterecek olan bu bankanın ortakları olmuşlardır. Atatürk, ayrıca İş Bankası’na o günler için çok büyük bir kaynak teşkil eden bir parayı, mevduat biçiminde sağlamıştır. Fakat bu, bir daha geri alınmayacak bir mevduattır, yani aslında kardan hisse dahi istemeyen bir sermeyedir. Mevduat biçimindeki bu sermaye, Atatürk’ün ölümünde, Hasan Rıza Soyak’a göre 1 milyon 371 bin lirayı bulmaktaydı”. (*)
(*) Mazhar Leventoğlu’nun verdiği bilgiye göre, Atatürk’ün İş Bankası’nda üç hesabı vardı: Birincisi, emeklilik maaşlarını toplayan emekli hesabıdır ki, burada 20 bin lira birikmiştir. İkincisi 4 numaralı şahsi hesaptır ki, Cumhurbaşkanı sıfatıyla aldığı aylık ve ödeneklerden ölümünde kalan miktardır. Bu da 54 bin lirayı bulmaktadır. Asıl önemli olan, Soyak’a göre 1 milyon 447 bin, İş Bankası’na göre 1 milyon 297 bin lira olan 2 numaralı hesaptır. Bu hesabın iki kaynağı vardır. “Birinci kaynak, Milli Mücadele’de yardım amacıyle, Hindistan’dan gönderilen paranın 500- 600 bin lira civarında bulunduğu sanılıyor. Atatürk, bu paranın 500 bin lirasını, Büyük Taarruz’dan önce, Maliye’nin karşılayamadığı bazı özel giderler için Garp Cephesi Kumandanlığı emrine vermişti.
Zafer’den sonra, bu 500 bin liranın 380 bin küsur lirası, bir Bakanlar Kurulu kararı ile kendinse geri verildi.
Bu paranın 250 bin lirası, Atatürk’çe, Türkiye İş Bankası’na sermaye olarak verilmiştir, yani hisse senedi satın alınmıştır. Yine bu paranın bir kesimiyle çiftlikler satın alındı, kalan kesimin 2 sayılı hesaba geçirilmesi muhtemeldir. Çiftliklerin gelirleri de bu hesapta yer almıştır.
İkinci kaynak, Mısır eski Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın Türk uyrukluğuna girmesi münasebetiyle Cumhuriyet Halk Partisi’ne bağışladığı 900 bin lira civarındaki paradır.
2 numaralı büyük hesap, gerçekte, Atatürk adına açılmıştır ama, O’nun kişiliğiyle ilgisi yoktur. Atatürk, bu hesaptan kişisel hiçbir harcama yapmamıştır. (Mazhar Leventoğlu, Atatürk’ün Vasiyeti, İstanbul 1968, s. 85-88)
***
Doğan Avcıoğlu İş bankasının kuruluşunu anlatarak devam ediyor. Merak edenler önünü ve ardını yazarın “Türkiye’nin Düzeni” adlı iki ciltlik yapıtından okuyabilir. Buraya değin yapılan alıntı, İsmail Cem’in Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi adlı kitabına kaynaklık etmiştir. İsmail Cem bu alıntıları yaparken, adı geçen çiftliklerde bulunan "otun çöpün" listesini de yapmıştır. Bu ot çöp birilerinin beslenmesi için mükemmel bir yem olmuş görünüyor...
Tarihsel olarak, burjuva demokratik devrimlerini, feodal bir ülkeye yukardan aşağıya inşa etmeye çalışan Atatürk, bu çiftliklere gerçekten şahsi çıkarları için sahip olsaydı bile, olay kendi tarihi süreci içinde doğal sayılırdı. Ancak böyle değildir. Buna hiç girmeyeceğim...
Atatürk ulusu ile kendisini bir aile gibi görmüş ve ailenin kalkınmasına çalışmış, aile bireylerine örnek olmaya çalışmıştır. Sonuçta kendi kurduğu çiftliklerden elde edilen ürünleri parayla satın alan bu insan, bu çiftlikleri de hazineye; "aile ekonomisine" bağışlamıştır. Şimdikiler gibi hazineyi yağma etmemiştir...
Bu ülkeye ülkem diyen herkesin, bu ülke tarihini bir güzel öğrenmesi gerekmektedir.
Tarihi hiçe sayanlara vereceğimiz ders var daha!.
Buda alıntı bir yazıdır burada alıntıyı yapoan arkadaşın alıntı yaptığı şahısla ilgili bilgide var.Alıntı yaparken kendi duygularınıda işin içine katarak heleki kendi duyguna yakın kendisine anarşist muhalefet diyen şahsıun yaptığı hataya düşmek ne kadar kolay değilmi.
Mesela bu suçlamayı yaparken şunu neden düşünmezlerki Atatürk bunca serveti ne yapacakki mesela hiç parası olmasa o iki kadeh rakıyı içecek kredisidemi yoktu?mesela eşini dostunumu zengin etti,Bayarın anılarından bir not vereyimde aklmızda kalsın....Atastürkün kayınpederi bir gün yanına gelir ve atatürk ile ortak bir iştirask yapıp ticaret yapma teklifi getirir damadına atatürkte ben bu işlerden anlamam der bayara postalar.
Araştırdığımız konunun derinliği olmalı ipe sapa gelmez alıntılar ise ancak kalabalık yapar.
Sn.Adam bahsettiğiniz fotoğrafı deli gibi aradım nette ama henüz bulamadım bu forumda bana en büyük kötülüğü yaptınız işin şakası bulunca size mail atarım omu diye
saygılar