Konunun başlığını öncesinin devamı olduğu için böyle koydum ama bu kez gündeme getireceğim konu, tanımını yapmış bulunduğumuz, türlerine değindiğimiz tarzdaki (başkasının değil) bilginin nasıl oluştuğu…
Ben, başkalarından öğrenmiş olduğum bilgiye dayanarak diyorum ki, bilgi, birbirini izleyen dört evrede oluşur:
1. Algılama: İnsanın doğadan etkilenen duyu organları, bir toplumsal ürün olan bilincinde, doğanın nesnel gerçeğinin bir imgesi niteliğindeki bir tasarım oluşturur.
2. Düşünme: İnsanın aklı işlemeye girişir. Az önce oluşan tasarımı, bilincindeki diğer tasarımlarla karşılaştırır.
3. Anlama: Algılama evresinde oluşturulmuş, düşünme evresinde işlenmiş çok sayıda tasarım birbirleriyle karşılaştırılır, birleştirilir, her biri belli bir yere yerleştirilir.
4. Açıklama: Tüm bilgisel tasarımlar öğelerine ayrılır. Aralarındaki bağlantılar kurulur.
Bu anlatım size biraz garip ya da anlaşılmaz gelmiş olabilir. Bunu deyişimin nedeni bana öyle gelmiş olması. Bunun “bilimsel” olduğu söyleniyor. Ne diyebilirim ki? Bilmediğim bir konuda bilime güvenmeliyim. Güvenmeyen varsa, o kişiye göre insan zihninde bilgi başka türlü oluşuyorsa, bir de o anlatsın bakalım. Sonra karşılaştıralım, gerekirse tartışalım.
Burada asıl sorun şu: Edinilen bu bilgi doğanın/evrenin nesnel gerçekliğini yansıtıyor mu yoksa bunu yapabilmekten uzak, bu bağlamda yetersiz mi?
Bir bilginin doğanın ya da evrenin nesnel gerçekliğini yansıtabilmesi için, onunla uyum göstermesi gerekir. Ancak doğanın sürekli devinim içinde oluşu, (bu genelde evren ve özelde makrokozmos için de geçerli) herhangi bir bilginin de sürekli olarak değişime uğramasını gerektirebilir. Dolayısıyla bilgi, konusu ve türü her ne olursa olsun, her zaman “eksik ve bütünlenmemiş” bir nitelik taşır. Ancak doğaya uyarlanarak doğrulandıkça mutlak ya da saltık olarak nitelenebilen bir bütünlenmişliğe doğru yaklaşır.
Bütün bunlar ne demek?... Bilgi görelidir yari nispidir, izafidir, rölatiftir demek.
Çağlar boyunca insanın “bilgi” konusundaki en büyük yanılgısı, doğanın nesnel gerçekliğine ilişkin edinmiş olduğu o göreli bilgilerin birçoğunu mutlak, dolayısıyla kesin ve değişmez sanması olmuştur.
Gerçi kimileri bir mutlak, kesin ve değişmez bilgiden de söz eder. Ona ilâhi ya da tanrısal bir nitelik de bağışlar. İşin ilginç yanı bunu yapanın insan oluşudur. O insan kendisine o kadar çok güvenir, öylesine kendini beğenmiş öylesine kendini ululaştırmış hatta tanrılaştırmıştır ki, kendi öznel bilgisinin ona tanrıdan geldiğini ileri sürebilir. Başkaları da ona inanır çünkü bilgi edinmeye kalkışmak emek ister, çalışma ister, zor iştir, hazıra konmak varken böyle gereksiz bir uğraşı içine girmek neden?!
Masonlukta ana uğraşılardan birinin bilgisizlik (cehalet) ile savaşmak olduğu söyleniyor. Bence hemen hiçbir şey bilmeyenlerle savaşmaya gerek yok; onları bilgilendirmeye gerek var. Asıl savaşım, doğru dürüst hiçbir şey bilmediği halde bilir görünerek başkalarını bilgisizliğe tutsak ederek onların üzerinde egemenlik kurmaya kalkışan kendini bilmezlerle olmalı.