sn. einsof,
mehdi (as) ile ilgili hadisleri mesih ile ilgili hadislerle karma yapmışsınız.
mesihin geleceği ile ilgili olarak hadiseler hem dışsal hemde metin olarak sahih değildirler. Hz. İsa’nın nüzulü ile ilgili hadisleri nakledenlerin başında gelen Ebu Hureyre, Cabir b. Abdillah, Huzeyfe b. el-Yeman, Ebu Sa’id el-Hudri, Abdullah b. Abbas vb. isimlere gelince; basta Ebu Hureyre ve Abdullah b. Abbas olmak üzere, bunların bazılarının geç Müslüman olmuş olması veya Hz, Peygamber zamanında yaşlarının küçük olması vb. sebeplerle, zapt açısında ciddi eleştirilere maruz kaldıkları ve isimlerinin bir takım İsrailiyat rivayetlerine karıştığı göz önüne alınacak olursa, bu gibi kaynak ravilerin zapt açısından güvenilirliği tartışmalı bir hal almaktadır. Konu, İslam’dan önce Yahudi ve Hıristiyan kültüründe mevcut olan, Mesih’in ikinci dönüşü olunca, bu nokta daha da önem arz etmektedir. Kısacası, kaynak ravilerin güvenilirliği bakımından durumun çok ikna edici olmadığını söylemek mümkündür. Öte yandan, konuyla ilgili hadislerin, ilk donem hadis kaynaklarında ya hiç yer almaması veya son derece az yer alması da manidardır.
İsa’nın (a.s) nüzulü ile ilgili hadisleri bize nakleden -kaynak raviler dışındaki diğer ravilerin güvenilirlikleri ve bu ravilerin oluşturdukları isnad zincirlerinin kesintisiz olup olmaması açısından incelendiğinde, görülmektedir ki, iddiaların aksine, ortada isnad açısından da birtakım problemler bulunmaktadır.
Ravilerin güvenilirlikleri açısından bakıldığında, konuyla ilgili hadisleri rivayet edenlerin tamamının sika raviler olmadıkları görülmektedir.Hatta bu rivayetler içerisinde mevzu olduğu açıkça ifade edilenler bile bulunmaktadır.
Hz. İsa’nın nüzulüyle ilgili hadisler dikkatlice incelendiğinde, insanın üzerinde, anlatılanların tamamen Ortaçağa, o çağın şartlarına ve o cağın zihniyetine hitap ettiği ve rivayetlerdeki çeşitli unsurların, motiflerin ve olayların, o çağdan seçildiği şeklinde güçlü bir etki bırakmaktadır. Öyle ki, bu rivayetlerde anlatılanların çoğu, bugünün insanına hitap etmemekte; gelecekteki nesillere hitap etmesinin ise tamamen imkansızlaşacağı kolaylıkla görülmektedir.
Hz. İsa’nın ikinci dönüşüyle ilgili rivayetlere hakim olan fikir, onun bu dönüşünde icraat olarak domuzu öldüreceği, haçı kıracağı ve cizye/haracı kaldıracağı hususudur. Bu durumda insan, Hz. İsa gibi bir şahsiyetin yapacağı en önemli icraatın niçin domuz katliamı veya haçların kırılmasından ibaret olduğunu, yapacak daha önemli işlerin olup olmadığını sormadan edememektedir. Daha ilginci ise, bugün mevcut olmayan, dolayısıyla, zaten kaldırılmış bulunan cizye ve haracı, Hz. İsa’nın nasıl kaldıracağı meselesidir.
Hz. İsa’nın nereye ineceği konusu da problem arz etmektedir. Çünkü rivayetlere bakılırsa, Dimeşk’in doğusundaki beyaz minareye veya beyaz köprüye, Kudüs’e, Şam’a, Ürdün’e veya Müslümanların karargahına inecektir. Onun nereye ineceğine dair bu çelişkili ifadelerin, Hz. Peygamber ‘den kaynaklanması mümkün müdür?
Bazı rivayetlere göre, Hz. İsa’nın nefesi, gözünün gördüğü son noktaya kadar erişmekte ve eriştiği insanı öldürmektedir. Bu anlatımın da mucize kavramıyla bile izah edilemeyecek kadar ‘mitolojik’ bir nitelik taşıdığı ortadadır.
Yine Medine veya Halep’ten bir ordu çıkacağı, Rumların (Bizanslıların) üzerine yürüyeceği, sonra İstanbul’u fethedeceği ve akabinde Hz. İsa’nın ineceği de rivayetlerde ileri sürülmektedir. Bugün ortada ne Bizans var, ne de üzerine yürüyecek bir ordu! Medine veya Halep’ten çıkacak bir ordunun bugün ne önemi olabilir ki? Medine veya Halep halkının tamamından bir ordu oluşturulsa bile, bunun bugünkü siyasi-askeri gelişmeler karşısında ne anlamı olabilir? Sonra Hz. İsa, İstanbul’un fethinden hemen sonra inecek idiyse, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra hemen niye inmemiştir? Yok eğer hadislerde kastedilen fetih bu değil de Arap dünyasının bazı alimlerinin(!) iddia ettikleri gibi kıyamete yakın gerçekleşecek başka bir fetih ise, o zaman da İstanbul’umuzun başına gelecekler var demektir.
Hadramevt’ten çıkan bir ateşin Müslümanları önüne katarak, onları Şam’a (Suriye topraklarına) sürüp toplayacağı, insanların yaya veya deve üzerinde oraya gidecekleri de rivayetlerde ileri sürülmektedir. insan ister istemez niye Suriye, diye sormadan edemiyor? İlle Müslümanlar bir yerde toplanacaksa, niye Mekke-Medine’de toplanmıyor? Burada Şam (Suriye) bölgesini kutsallaştırmak isteyen Emevi taraftarı bir hilenin sezilmesi hiç de zor olmasa gerektir. Ayrıca, böyle bir şey bugün veya gelecekte olacak olsa bile, niye insanlar otomobil, otobüs, tren veya uçak ile değil de, yaya veya deve ile Suriye’ye gitsinler?
Diğer yandan Hz. İsa indiğinde Arapların azınlık olacağına ve çoğunun Beytu’1-Makdis ‘te bulunacağına dair rivayetlerde Deccal’in ordusuyla savaşacak olan Müslümanlardan sadece ‘Araplar’ şeklinde söz edilmesinde de, Arap merkezli bir söylemin etkilerini sezmemek mümkün değildir. Zira bazılarının iddia ettiği üzere, Hz. Peygamber gaybı bilip de, azınlığı değil ekseriyeti oluşturan Acemleri (Türk, İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya vd.) merkeze alarak söylemini niye buna göre kurmadı, diye sormadan edemiyor insan! Burada tarihteki Arapçılık faaliyetlerinin izlerini aramak yanlış mı olur?
Hz. İsa’nın iniş dönemi olayları arasında Kureyş’in kaybettiği mülkünü (saltanat, iktidar ve otoritesini) geri alacağı da söylenmektedir. Allah aşkına, bugün Kureyş mi kaldı, Kureyş ‘in geri alacağı iktidar mı?
dönemde inek ve öküzün pahalı, atın ise ucuz olacağı; çünkü öküz ve ineğin tarlaları sürmekte kullanılacağı da rivayetlerde ileri sürülmektedir. Henüz Hz. İsa’nın inmediği günümüzde bile öküz-inek yerine traktör kullanımı yaygınlaşmış iken, gelecek çağlarda acaba, öküz-inek ve attan -önemli şeylermişçesine— bahseden rivayetlerin ne kadar komik kalacağı aşikar değil mi? Bu da, bu rivayetlerin, onları piyasaya sürenlerin tarihselliklerinin ürünü olduğunu açıkça gözler önüne sermiyor mu?
Hz. İsa’nın nüzulüne dair rivayetleri okuyunca, bunların bizim çağımızın insanıyla hiç alakası olmadığı, dolayısıyla gerek dışı olduğu intibaına kapılmamak için insanın zaman bilincini kaybetmiş olması gerekir. O kadar ki, Hz. İsa’nın ölünce Benu Temim kabilesinden el-Muk’ad adlı birinin kendisinden sonra halife/reis seçilmesini emredeceğine dair rivayeti okuyan bir insan, bugün Benu Temim kabilesi var mıdır, bunlar kaç kişidir, ayrıcalıkları nedir ki, Hz. İsa, kendisinden sonra yöneticinin bu kabileden seçilmesini istemiştir, el-Muk’ad nasıl birisidir ve ne gibi üstün özellikleri vardır, gibi sorulan sormadan edememektedir. Hz. İsa’nın gelecekte ineceği varsayımına göre, gelecek yüzyıllarda bu soruların insana daha da şaşırtıcı, belki de komik geleceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
Özetlemek gerekirse, Hz. İsa’nın ikinci gelişi inancını bu konudaki rivayetlere dayanarak savunmak mümkün görünmemektedir; Çünkü ne bu rivayetlerin yer aldıkları kaynaklar tamamen güvenilirdir, ne isnadlarının tamamı sağlamdır, ne de metin tenkidi açısından tutulacak bir durumları vardır