Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Dekolte giyene tecavüz ederler.......  (Okunma sayısı 38269 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 25, 2011, 10:46:59 ös
Yanıtla #50
  • Ziyaretçi

Bu arada google kitapları sağolsun; aiağıdaki linkte bir kriminoloji kitabında 2001-2004 yılları arasında ülkelere göre tecavüz istatistikleri var... İsteyen bakabilir. Interpolünde bir istatistiki çalışması var ancak onun orjinalini bulamadığım için eklemiyorum. basit bir arama ile detaylı bilgi arayan bulabilir...

http://books.google.com.tr/books?id=jX_eGZ0hRVsC&pg=PA226&lpg=PA226&dq=interpol+statistics+rape&source=bl&ots=z-Zod3E43A&sig=It74oyxSyfWaVmwk8_dHUJ2ba9g&hl=tr&ei=jfyMTe6yFMzKsgaL5tyCCg&sa=X&oi=book_result&ct=result&resnum=3&ved=0CC0Q6AEwAg#v=onepage&q=interpol%20statistics%20rape&f=false

bunun kaynağını bulamadım ama bir haber sitesinden kopyalıyorum;

Her 5 kadından 1'i hayatlarının bir noktasında tecavüz vaya tecavüze teşebbüs kurbanı oluyor. ABD'de bu sayı 4'e düşmektedir.

+ Dünya kadın nüfusunun %10'u hayatlarının bir noktasında tecavüze maruz kalıyor.

+ Dünya çapında tecavüz kurbanlarının %10'unu erkekler oluşturuyor.

+ Her 4 kız çocuktan biri ve her erkek çocuktan biri 18 yaşına gelmeden cinsel istismar veya tecavüzle karşılaşıyor.

+ Tecavüz kurbanlarının %70'i tecavüzcüyü tanıyor.

+ Tecavüze uğrayan kadınların %54'ü bunu 18 yaşına gelmeden yaşıyor.

+ Güney Afrika'da hergün 147 kadın tecavüze uğramaktadır.

+ Fransa'da her yıl 25.000 kadın tecavüze uğramaktadır.

+ ABD'de her 90 saniyede bir 1 kadın tecavüze uğramaktadır.

+ Türkiye'de her 4 saatte bir tecavüz veya tecavüze yeltenme suçu işlenmektedir.

« Son Düzenleme: Mart 25, 2011, 10:57:47 ös Gönderen: cardiffmonster »


Mart 26, 2011, 06:23:35 öö
Yanıtla #51
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Sayın cardiffmonster üzgünüm ama fikirlerinizin hiçbirine katılamıyorum.  
Ne Kızılderili katliamı nede başka bir soykırım hiçbir şekilde haklı çıkarılamaz, ancak demagoji olur.

Aile kurumuna dokunmayın ama geri kalan her şeye kabulüm demekte bir çözüm değil, pazarlıktır. Bir meyvanın yarısının armut yarısının elma olduğunu kabule benzer.
Ben bütün doğrularımızı eleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aile kurumunu da bunun içine katmamız gerekebilir. Eşinizi dostunuzu seçebilirsiniz ama ailenizi seçemezsiniz. Bir sapık, bir şizofren, bir sadist, ruh hastası da sizin ailenizde bulunabilir. Bu yüzden aile kurumunu kutsallaştırdığınız sürece bu eksiklikleri kabulde olmak veya eksikliklere(kötülüklere) maruz kalmak zorunda olursunuz.
 
Evet bir aile düşünülebilir, ama bu günkü aile sistemi mi? Tam bilemiyorum ama, belki ilkel zamanlardaki gibi topluluğun içindeki herkes aileden sayılabilirse, bambaşka bir aile anlayışı ortaya çıkabilir. Hastalıklı olan, konumuna bakılmadan uzaklaştırılır. Kim bilir.
Ben insanın biyolojik takvimi ortaya döküldüğünde ve tabuların ortadan kaldırılıp doğal yaşama müsaade edildiğinde, sapıklıkların ve tecavüzlerin neredeyse tamamının ortadan kalkacağını düşünüyorum, hastalıklar hariç. Bu kolay bir şey mi? Hayır, beynimize kazınmış bir ahlak, toplum, hayat anlayışı ve hayat sonrası kalıpları var.

Hem muhafazakar, hemde eğitime yatkın? Beynin böyle çalışması imkansız gibi geliyor. Eğer muhafazakarsanız, yeni şeyleri öğrenmeniz, kabul etmeniz, gelişmeye açık olmanız çok zordur, yada muhafaza edemeyeceksiniz demektir. Temelde bile bu iki kelime birbirine zıt değil mi?
Öğrenmek, bildiklerimizin dışındaki şeylere ulaşmaktır. Yeni şeylere ulaşmak sizin bildiklerimizi çürütecek şeylerde olabilir, o zaman muhafazakarlığımıza ne olacak? Öğrenmek sadece bitkilerin ne zaman büyüdüğü yada öldüğü değil ki. İnandığımız her şeyin aslında bir yalan olduğunu da öğrenebiliriz. Kaldı ki size göre incilin tanrı kelamı olduğu bir yalan değil mi? Ama milyarlarca insan için incil ışıktır.
Hayır, benim görüşüme göre hem muhafazakar, hemde bilim yolu açık olamaz, biri varsa diğeri yoktur.
Bilim karanlıkları aydınlatır, bilen insana aydın deriz, sahip olduğunuz şeylere sımsıkı sarılırsanız inançlarınızı dokunulmaz sayarsanız, karanlıkları araştırmaya, aydınlatmaya da ihtiyaç duymazsınız. Yeni aydınlıklar, dünyanıza yeni haritalar ekler, oysa sizin değişmez dağlarınız, ovalarınız vardır. O zaman yeni haritalardaki dağları ne yapacaksınız? Böyle dağ olmaz mı diyeceksiniz?

Hayatı ve zamanı telafisi yoktur diye düşünürseniz. Mutlaka yetişemediğiniz, eksik kaldığınız kısımlar olacağı için, genel anlamda mutlaka mutsuz olacaksınız demektir. Hep yetişilecek bir yerler görerek, hep bir şeyleri kaçırmamak için yaşayamazsınız. Her gün, her saniye bunları düşünerek hayatı nasıl yakalayacaksınız o zaman? Hayatı ve zamanı yetişilecek bir tren gibi görmek bir hatadır, çünkü tren zaten biziz. Osho bu konuda çok güzel bir tanım yakalamıştır. "Akıntıya direnmeyin, akıntıdan daha hızlı yüzmeye de çalışmayın, akıntının keyfini çıkarın. Acele etmek sizi bir yerlere ulaştırmaz, sadece akıntıyla boğuşursunuz."

Sen varsan var dünya,
Sen yoksan tanrı sana ne yapabilir?
Sen yoksan tanrıda yok.


Benimde görüşlerim de böyle.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Mart 26, 2011, 11:30:52 öö
Yanıtla #52
  • Ziyaretçi

Sayın Prometheus

Evet aynı şekilde ben de sizin yaklaşımınıza, ve tespitlerinize katılmıyorum. O sizin tercihiniz bu da benim tercihim. İnsanların dürüstçe karşılıklı farklılıkları ifade etmesi güzeldir...

Yalnız, İncil hakkında bir yorum getirmedim ben, 6. hisleriniz kuvvetli ise de yanılıyor. İncil, Tevrat ve Kuran hakkında hiçbir olumsuz düşüncem yok. Bu üç kitaba samimi şekilde inananlar ve pratik edenler de dahil. Artı inanmayanlara da insan olmanın doğası gereği hayatımın hiçbir noktasında olumsuz baktığımı hatırlamıyorum.

Polemik ve demagoji yapmak niyetinde olsaydım, bunu fazlasıyla yapardım, bilginiz olması için söylüyorum. Sadece bilim ve muhafazakarlık konusunda; kalıp sıfatlara oldum olası takılmayı sevemedim, dediğim gibi siz istediğiniz gibi düşünebilirsiniz, ancak bu konuda da sizin savınızın tam aksini savunuyorum... ve ne siz benim düşüncemi değiştirebilirsiniz ne de ben sizinkini. Öyle bir niyetim de yok zaten, siz de de yoksa mesele de yoktur.

Konu başlığı ile toparlamak gerekirse;

Kadın için de erkek için de fiziksel, sözlü, duygusal taciz ve tecavüzlerden bunu yaşayanların trawmasının yanında yaşatanların da cezaasız bırakılmaması ümidi ile noktalamak istiyorum....

Saygılar
« Son Düzenleme: Mart 26, 2011, 11:37:26 öö Gönderen: cardiffmonster »


Mart 26, 2011, 02:36:10 ös
Yanıtla #53

Sayın Cardiffmonster,

Aslında Darwin'in dediği gibi işler doğal yoldan, savaşarak, veya hatalarla yüzyüze gelerek işleseydi, her şey inanın daha güzel olurdu. Fakar Darwin'in bu doğal mekanizmasına set çekenler, normalde insanların hatalarıyla yüzyüze gelerek tutumlarını değiştirmesini sağlayabilecekken, bu hata henüz ortaya çıkmadan, insanlara bir şeyleri vermeye çalışıyor. Türkiye Cumhuriyeti batıya yönelmiş bir devlet. Halbuki bu, tanzimattan beri yavaş yavaş kendi evrimiyle işliyordu. Birden bire batıya yönelmişlik, muhafazakarlığı bırakın terketmeyi güçlendirdi. Bizim halkımız, savaşarak çağdaşlığa ulaşmadı yani. Üstten gelen "ahlak,etik" kodlarının bir başka yansımasıdır bu da. Eğer dikkatlice incelerse, aslında din diktatoryasının da aynı etkiyi yaptığını Sayın Prometheus da görecektir.

Darwin'in doğal mekanizmasını durduracak tek şey "zor"dur. Ya fiziki zor, ya da kamuoyunun, toplumun, devletin, din anlayışının etik kuralları.

O İngiliz çocuklar nedeniyle İngilterede büyük tartışmalar yaşandığını söylüyorsunuz. Bu doğru olabilir. Ben yaşanmasın demiyorum ki. Ama bu sosyologlar, bu tür çocuk anne babaların olmaması için, bütün bir toplumda cinselliğin tabu olarak görüldüğü görece Türkiye gibi bir ortamda yaşamayı tercih etmezlerdi. Size baktığımda siz, İngiltere olayını görüyor, ve muhafazakarlığa prim veriyorsunuz. Burada ben bir geriye dönüş görüyorum. İngiltere'deki tepkiler Darwin'in mekanizmasının doğal tepkileridir. Cinselliğin tabu olarak görülme noktasında belki bir eşik atlandığında, artık başka sorunlar çıkıyor, bu sorunu çözmek için de bir eşik atlanmalıdır, burada da iş daha çok ailevi sorumluluklara, bireysel sorumluluklara vb. düşüyor. Bunlardan kurtulmak için, çocuk anne babaların olmadığı fakat herhangi bir cinsel uyarımda bastırılmışlığı dağılacak, sahte bir güvenlik hülyası içinde yaşayan, hasta bir toplumda yaşama pahasına, muhafazakarlığa prim verilmemelidir.

Cinsel bastırılmışlık, sadece "cinsel" alanda sorunlara da yol açmıyor çünkü. Bu her tür sosyal ilişkiyi, her tür ailevi ilişkiyi, her tür ekonomik ilişkiyi, ve hatta  her tür siyasi ilişkiyi etkiliyor.

Çok verdiğim bir örnektir, yine veriyorum, Türkiye'nin sahil şeridi, turizme açık bölgeler olması dolayısıyla,  muhafazakar tepkilerini törpülemeyi öğrenmiş bölgelerdir. Cinsel bastırılmışlık buna rağmen orada da vardır. Ama iç kesimlere nazaran daha azdır. Türkiye'de adeta elle seçilmiş gibi, turizm ve eğlence sektörünün çok olduğu bu bölgeler, siyasi söylemlerine "çağdaşlık ve modernlik" katarak bir partiye oy verirler. Diğer bölgeler ise görece tutucudur. Açık konuşayım, sahil şeridi CHP'lidir, İç kesim AKP'lidir.

Cinsel sorunları olan toplumda, insanlar oylarını, projeye bakarak değil, güdülerine dayanarak verirler. Cinsel bastırılmışlık, nasıl huzursuzluğa yol açıyorsa, politikada da çözümden çok savaşmaya yol açar. Muhafazakar, sırf karşı taraf, kendi değerlerine karşı çıkıyor, ve yanlış bildiği şeyleri doğru diye yapıyor diye bir savunma tepkisi geliştiriyor ve muhafazakar oluyor. Aynı şekilde çağdaş olduğunu söyleyen kesim de, muhafazakar kesimin baskıcı tutumunu farkedip, bu baskıya karşı oyunu veriyor. Aslında sağlıklı olması gereken taraf çağdaş kesimken, onlarda da bir didişme, çekişme havası, en az muhafazakarlarda olduğu kadar oluyor. Çünkü onlar da cinsel bastırılmışlık toplumunun ahlaki kaidelerini benimsiyorlar. Bu çatışma da muhafazakar radikallikte olduğu gibi, çağdaş radikalizmine yol açıyor. Toplumun cinsel kaidelerinin dışına çıkmaya korkmak, buna rağmen tabuların azaldığı bir bölgede yaşamak, insanın yine özgürlüğünü engelleyen bir şey. Onlar, toplum, ve geleneksel İslami değerlerle çatıştığının bilincindeler, fakat yine de Müslümanlar, ama tabuların olmadığı veya görece az olduğu bir bölgede yaşıyorlar. Tüm bunlar onlarda da superego ve ego çatışmasına neden oluyor. Bu vicdan azabına yol açan ve superegoyu temsil eden muhafazakar kesime de düşmanlık besliyorlar(Açıktan dine besleyemedikleri için, gerçi bunu da yapan var ). Çünkü eğer değerleri ile yaptıkları uyumlu olsaydı, gerçektn bu kadar radikal olmazlardı. Fakat onlar da Türkiye'nin geri kalan kesimi kadar politik ihtirasa sahipler. Bunun nedeni de yaşadıkları çelişkidir.

Geçenlerde CHP seçmeni içinde Metropoll bir anket yapmıştı, ve Chp seçmeninin, aslında en az karşı çıktıkları muhafazakar kesim kadar cinsel yönden muhafazakar olduğu görüldü. Bu da, iç çelişkiyi göstermesi ve desteklemesi açısından önemli bir sonuçtur.

http://www.metropoll.com.tr/report/endiseliler-arastirmasi-ocak-2011

(edit: Kısaca, modernlerin kaygısını çektiği şey superegodur. Bunun geleneksel dildeki anlamı vicdan azabıdır. Bu da geleneksel kökten kopuşu simgeler. Bu kopuşa neden olan da muhafazakar superegosudur ve buna karşı tavır alırlar. Muhafazakarın da, kaygısını çektiği şey her zaman id'idir. Geleneksel anlamda "nefs"idir. Doğasıdır yani. Superego'ya inanılmaz enerji harcayarak uyum göstermeye çalışırlar. Fakat çoğu Sayın Prometheus'un dediği gibi bunu başaramaz. Bu başarısızlıklarının nedeni id'in baskısıdır. Bu id'e karşı koymak için de, id ile egosunu serbestçe yaşayan kesime düşmanlık beslerler. Her iki halde de ortak olan, "hatalı bir superego" yani katı muhafazakarlıktır. )

Bu, hasta bir toplumun gelebileceği noktalardan biridir. Cinsellik, sadece cinsel alanı etkilemez, ödünleyememişlik, ortalığı cehenneme çevirmeye yeter artar.


Saygılar
« Son Düzenleme: Mart 26, 2011, 02:50:19 ös Gönderen: popperist »
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Mart 26, 2011, 08:47:52 ös
Yanıtla #54
  • Ziyaretçi

Sayın Cardiffmonster,

Aslında Darwin'in dediği gibi işler doğal yoldan, savaşarak, veya hatalarla yüzyüze gelerek işleseydi, her şey inanın daha güzel olurdu. Fakar Darwin'in bu doğal mekanizmasına set çekenler, normalde insanların hatalarıyla yüzyüze gelerek tutumlarını değiştirmesini sağlayabilecekken, bu hata henüz ortaya çıkmadan, insanlara bir şeyleri vermeye çalışıyor. Türkiye Cumhuriyeti batıya yönelmiş bir devlet. Halbuki bu, tanzimattan beri yavaş yavaş kendi evrimiyle işliyordu. Birden bire batıya yönelmişlik, muhafazakarlığı bırakın terketmeyi güçlendirdi. Bizim halkımız, savaşarak çağdaşlığa ulaşmadı yani. Üstten gelen "ahlak,etik" kodlarının bir başka yansımasıdır bu da. Eğer dikkatlice incelerse, aslında din diktatoryasının da aynı etkiyi yaptığını Sayın Prometheus da görecektir.

Darwin'in doğal mekanizmasını durduracak tek şey "zor"dur. Ya fiziki zor, ya da kamuoyunun, toplumun, devletin, din anlayışının etik kuralları.

O İngiliz çocuklar nedeniyle İngilterede büyük tartışmalar yaşandığını söylüyorsunuz. Bu doğru olabilir. Ben yaşanmasın demiyorum ki. Ama bu sosyologlar, bu tür çocuk anne babaların olmaması için, bütün bir toplumda cinselliğin tabu olarak görüldüğü görece Türkiye gibi bir ortamda yaşamayı tercih etmezlerdi. Size baktığımda siz, İngiltere olayını görüyor, ve muhafazakarlığa prim veriyorsunuz. Burada ben bir geriye dönüş görüyorum. İngiltere'deki tepkiler Darwin'in mekanizmasının doğal tepkileridir. Cinselliğin tabu olarak görülme noktasında belki bir eşik atlandığında, artık başka sorunlar çıkıyor, bu sorunu çözmek için de bir eşik atlanmalıdır, burada da iş daha çok ailevi sorumluluklara, bireysel sorumluluklara vb. düşüyor. Bunlardan kurtulmak için, çocuk anne babaların olmadığı fakat herhangi bir cinsel uyarımda bastırılmışlığı dağılacak, sahte bir güvenlik hülyası içinde yaşayan, hasta bir toplumda yaşama pahasına, muhafazakarlığa prim verilmemelidir.

Cinsel bastırılmışlık, sadece "cinsel" alanda sorunlara da yol açmıyor çünkü. Bu her tür sosyal ilişkiyi, her tür ailevi ilişkiyi, her tür ekonomik ilişkiyi, ve hatta  her tür siyasi ilişkiyi etkiliyor.

Çok verdiğim bir örnektir, yine veriyorum, Türkiye'nin sahil şeridi, turizme açık bölgeler olması dolayısıyla,  muhafazakar tepkilerini törpülemeyi öğrenmiş bölgelerdir. Cinsel bastırılmışlık buna rağmen orada da vardır. Ama iç kesimlere nazaran daha azdır. Türkiye'de adeta elle seçilmiş gibi, turizm ve eğlence sektörünün çok olduğu bu bölgeler, siyasi söylemlerine "çağdaşlık ve modernlik" katarak bir partiye oy verirler. Diğer bölgeler ise görece tutucudur. Açık konuşayım, sahil şeridi CHP'lidir, İç kesim AKP'lidir.

Cinsel sorunları olan toplumda, insanlar oylarını, projeye bakarak değil, güdülerine dayanarak verirler. Cinsel bastırılmışlık, nasıl huzursuzluğa yol açıyorsa, politikada da çözümden çok savaşmaya yol açar. Muhafazakar, sırf karşı taraf, kendi değerlerine karşı çıkıyor, ve yanlış bildiği şeyleri doğru diye yapıyor diye bir savunma tepkisi geliştiriyor ve muhafazakar oluyor. Aynı şekilde çağdaş olduğunu söyleyen kesim de, muhafazakar kesimin baskıcı tutumunu farkedip, bu baskıya karşı oyunu veriyor. Aslında sağlıklı olması gereken taraf çağdaş kesimken, onlarda da bir didişme, çekişme havası, en az muhafazakarlarda olduğu kadar oluyor. Çünkü onlar da cinsel bastırılmışlık toplumunun ahlaki kaidelerini benimsiyorlar. Bu çatışma da muhafazakar radikallikte olduğu gibi, çağdaş radikalizmine yol açıyor. Toplumun cinsel kaidelerinin dışına çıkmaya korkmak, buna rağmen tabuların azaldığı bir bölgede yaşamak, insanın yine özgürlüğünü engelleyen bir şey. Onlar, toplum, ve geleneksel İslami değerlerle çatıştığının bilincindeler, fakat yine de Müslümanlar, ama tabuların olmadığı veya görece az olduğu bir bölgede yaşıyorlar. Tüm bunlar onlarda da superego ve ego çatışmasına neden oluyor. Bu vicdan azabına yol açan ve superegoyu temsil eden muhafazakar kesime de düşmanlık besliyorlar(Açıktan dine besleyemedikleri için, gerçi bunu da yapan var ). Çünkü eğer değerleri ile yaptıkları uyumlu olsaydı, gerçektn bu kadar radikal olmazlardı. Fakat onlar da Türkiye'nin geri kalan kesimi kadar politik ihtirasa sahipler. Bunun nedeni de yaşadıkları çelişkidir.

Geçenlerde CHP seçmeni içinde Metropoll bir anket yapmıştı, ve Chp seçmeninin, aslında en az karşı çıktıkları muhafazakar kesim kadar cinsel yönden muhafazakar olduğu görüldü. Bu da, iç çelişkiyi göstermesi ve desteklemesi açısından önemli bir sonuçtur.

http://www.metropoll.com.tr/report/endiseliler-arastirmasi-ocak-2011

(edit: Kısaca, modernlerin kaygısını çektiği şey superegodur. Bunun geleneksel dildeki anlamı vicdan azabıdır. Bu da geleneksel kökten kopuşu simgeler. Bu kopuşa neden olan da muhafazakar superegosudur ve buna karşı tavır alırlar. Muhafazakarın da, kaygısını çektiği şey her zaman id'idir. Geleneksel anlamda "nefs"idir. Doğasıdır yani. Superego'ya inanılmaz enerji harcayarak uyum göstermeye çalışırlar. Fakat çoğu Sayın Prometheus'un dediği gibi bunu başaramaz. Bu başarısızlıklarının nedeni id'in baskısıdır. Bu id'e karşı koymak için de, id ile egosunu serbestçe yaşayan kesime düşmanlık beslerler. Her iki halde de ortak olan, "hatalı bir superego" yani katı muhafazakarlıktır. )

Bu, hasta bir toplumun gelebileceği noktalardan biridir. Cinsellik, sadece cinsel alanı etkilemez, ödünleyememişlik, ortalığı cehenneme çevirmeye yeter artar.


Saygılar

aynen katılıyorum.
dine inanan  bir kimse "benim dinimden değilse hele hele dinsizse her türlü kötülük beklenir.bak batıya ırakta libyada neler yaptı.katliamlar tecavüzler.komünistlerde aileyi yıktı ahlaksızlığı meşru hale getirdi "düşüncesi vardır.
veya dine inanmayan içinde bu tür olayların nedeni dindir. ama ortada bir olgu var. evrim. güçlü güçsüzü ezer.bu dekolte olayındada güçlü olan "erkek" güçsüz olan " kadını" eziyor,sömürüyor.kadın güçlü olaydı bunun tersi söylemler olurdu :)


Mart 26, 2011, 10:21:39 ös
Yanıtla #55
  • Ziyaretçi

Sn Popperist

Kötü örnek örnek değildir; her fikirden ve her görüşten, her ülkeden, bu genel kaidelerden biridir.

Dediğim gibi herkes istediği gibi düşünebilir, istediği savı ortaya atabilir. Toplumdaki hastalığın teşhisini koyup reçetesi de elinizde ise buyrun; ister makale yazın ister kitap basın. Ki dünya kurtulsun!

Hangi bölge hangi partiye oy verir, yahut hangi partiye oy veren muhafazakardır liberaldir apayrı bir vakadır ülkemizde. AKP uygulama olarak gelmiş geçmiş en liberal partilerden biridir. Ki AKP'ye oy verenler de genelde muhafazakar falan değildir. Partinin kuruluş zamanını çok iyi hatırlıyorum sol kökenli insanlar bile **halen daha** idari kadrolarda yer almaktadır.  BU konuya merak edenler 3-5 ay sabrederse yayınlanacak bir çalışma var bir tanıdığımın. Literatürü takip edenlerin gözünden kaçmayacaktır. Şimdiye kadar ki tüm siyasal partilerin neci oldukları ortaya konucak bir çalışma....

Açıkcası süper ego mego bilemem ama biliyorum ki ABD'de 90 saniye de bir tecavüz oluyor demekki cinsel tecavüzlerin serbestlikle ve özgürleşmekle ilgisi yok.

Tecavüz gibi iğrenç bir noktadan da siyasal atışmalara gitti ya başka bir şey demiyorum... Uçkura takılmış olan insanlar zaten her kesimde vardır bu psikolojik patolojik bir sorundur. Bunu çözmek diye bir şey yoktur. Toplumun ve kişilerin ahlaki değerine göre bunun karşılanması vardır. Kişiler evlenir birlikte yaşar yahut tam özgürlükte kimkime dumduma olur o da artık insanların geniş (!!!) düşüncesine kalmış...İsteyen istediği kadar uzatsın konuyu.

Tekrar ediyorum herkesi istediğini düşünsün, ve saygı da beklemiyorum, ben böyle düşünüyorum....

Saygılar



Mart 27, 2011, 04:12:52 öö
Yanıtla #56
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Şimdiye kadar ki tüm siyasal partilerin neci oldukları ortaya konucak bir çalışma....
Taraflı bir çalışma olup olmadığını merak ediyorum. akp ve bir çok partinin ne yollarla kurulduğu, kimlerle pazarlık etmek zorunda olduğunu az çok biliyoruz. Ayrıca dünyada iki görüş var diye biliyorum. Sağ ve sol.
Benim çok iyi hatırladığım bir şeyde, parti kurmadan önce tayyibin, amerika'da gezmediği dolaşmadığı şehir kalmamıştı. Demek ki parti kurmak oradan başlıyor. Tabi ki Bülent Ecevit'i diğerlerinden ayrı tutmak zorundayım.
Alıntı
Uçkura takılmış olan insanlar zaten her kesimde vardır bu psikolojik patolojik bir sorundur. Bunu çözmek diye bir şey yoktur.
Çözümünü söylemiştim ama, tabi ciddiye almayan veya kabul etmeyen olacaktır. Çözüm ahlak anlayışımızı değiştirmek ve insanları buna göre yetiştirmektir. Bazı kalıplara sıkışmış, insanı kendine has özelliklerden utandırmaya çalışan, hastalıklı değerler artık yama tutmuyor.
Alıntı
Kişiler evlenir birlikte yaşar yahut tam özgürlükte kimkime dumduma olur o da artık insanların geniş (!!!) düşüncesine kalmış..
Evlenmeyince kim kime dumduma diye bir toplum örneği var mı acaba yeryüzünde?
Seksin en özgür olduğu toplum sanırım Ruslardır. Aile yapısı da sadece iki kişinin uyumuna bağlı olarak yürür. Eşler birbirini sevdiği kadarıyla birbirlerine bağlı kalırlar. Yani esnek bir aile anlayışı vardır. Ama onlarda kim kime dumduma diye bir şey görmedim. Hatta tecavüz diye hiçbir şey duymadım.  Üstelik 1200 nüfuslu bir kasabasında 1 sene yaşamama rağmen.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Mart 27, 2011, 05:49:37 öö
Yanıtla #57
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Aslında sayın popperistin fikrini, üzerinde düşünülmeye değer buluyorum.
İnsanın ahlak, din, töre gibi inançları bütün istek ve arzularına set çeken bir baraj gibidir. Kıyı şeritlerinde gelişme çok eski zamanlardan beri hep daha hızlı gelişmiştir. Günümüzde de turizm ile gelen bir cinsel anlayış, ekonomik imkanlar ve bunlardan da önemlisi farklı kültürlerin kaynaşması görülmektedir.
İnançlarımız, bizi belli kalıpların içinde tutar, yasakları ve tehditleriyle, bizi sınırlayan bir duvar örer. İnsana ait doğal şeylerin önüne çekilmiş bir baraj vardır artık.
Böyle sosyal, cinsel, ekonomik bir etkileşim, ahlak ve dinle oluşan sert taşlardan örülmüş bu barajın duvarından bir taşın kopması demektir. Bütün su akıp gitmese de duvarımız artık su kaçırmaya başlamıştır. Bu deliği kapatmaya çalışanlar, din, ahlak elden gidiyor diye bağırırken, delikten faydalanmaya çalışanlar daha çok otel açmaya, daha iyi hizmet vermeye çalışacak,  deliği genişletmek isteyen daha özgürlükçü çok küçük bir azınlıkta çıkacaktır.
Ancak ne olursa olsun bir kere duvardan bir taş eksilmiştir. Bu durumda çelişkiye düşenler olacağı gibi, suya ihtiyacı olanlarda faydalanma yoluna gidecektir. İşte bu noktada bastırılmış isteklerden dolayı sapıklık veya hastalık belirtileri ortaya çıkacaktır.
Bazıları da sorgulamaya başlayacaktır. Sorgulamaya başlayanlarda din ve ahlak adına yapılan sahtekârlıkları görmeye başlayacaklardır. Sadece siyasi görüşü değil, dünya görüşünde de değişimler olacaktır. Yabancı uyruklu insanlarla daha iç içe ilişkiye giren kişilerde kafatasçı bir milliyetçilik görüşü daha azdır.
Yani sayın popperistin söylediği gibi böyle bir etkileşim sadece siyasi yönden değil, her yönden bir değişime sebep verecektir.
Kaldı ki elimizdeki tek örnekte iç kesimler akp ye(sağ parti) oy verirken, sahil kesimler chp'ye(veya genelde sol partilere) oy vermiştir.  İç kesimlerin oyları çok nadiren değişirken(saplantı), sahil kesimlerin oyları bir çok partiye gidip gelmiştir(değişim).

Duvar ne olacak diye soran olursa, zaman ve suyun basıncıyla yerle bir olacaktır.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Mart 27, 2011, 10:50:08 öö
Yanıtla #58

Sn Popperist

Kötü örnek örnek değildir; her fikirden ve her görüşten, her ülkeden, bu genel kaidelerden biridir.

Dediğim gibi herkes istediği gibi düşünebilir, istediği savı ortaya atabilir. Toplumdaki hastalığın teşhisini koyup reçetesi de elinizde ise buyrun; ister makale yazın ister kitap basın. Ki dünya kurtulsun!

Hangi bölge hangi partiye oy verir, yahut hangi partiye oy veren muhafazakardır liberaldir apayrı bir vakadır ülkemizde. AKP uygulama olarak gelmiş geçmiş en liberal partilerden biridir. Ki AKP'ye oy verenler de genelde muhafazakar falan değildir. Partinin kuruluş zamanını çok iyi hatırlıyorum sol kökenli insanlar bile **halen daha** idari kadrolarda yer almaktadır.  BU konuya merak edenler 3-5 ay sabrederse yayınlanacak bir çalışma var bir tanıdığımın. Literatürü takip edenlerin gözünden kaçmayacaktır. Şimdiye kadar ki tüm siyasal partilerin neci oldukları ortaya konucak bir çalışma....

Açıkcası süper ego mego bilemem ama biliyorum ki ABD'de 90 saniye de bir tecavüz oluyor demekki cinsel tecavüzlerin serbestlikle ve özgürleşmekle ilgisi yok.

Tecavüz gibi iğrenç bir noktadan da siyasal atışmalara gitti ya başka bir şey demiyorum... Uçkura takılmış olan insanlar zaten her kesimde vardır bu psikolojik patolojik bir sorundur. Bunu çözmek diye bir şey yoktur. Toplumun ve kişilerin ahlaki değerine göre bunun karşılanması vardır. Kişiler evlenir birlikte yaşar yahut tam özgürlükte kimkime dumduma olur o da artık insanların geniş (!!!) düşüncesine kalmış...İsteyen istediği kadar uzatsın konuyu.

Tekrar ediyorum herkesi istediğini düşünsün, ve saygı da beklemiyorum, ben böyle düşünüyorum....

Saygılar



Sayın Cardiffmonster,

Anladığım kadarıyla bireyin cinsel sorunlarını, dış etki ve kültürden bağımsız görmekte ısrar ediyorsunuz. Size göre dünyanın her yerinde tecavüz suçu işleniyor; dolayısıyla bunun kültürle bir ilgisi olmuyor. Kısa yazacağım, ben burada özel bir tür kültürden, bastırılmışlık kültüründen bahsettim. Batıda da bu kültürden vardır. Hele hele kitabına uygun yaşayan bir Protestan, bizdeki bastırılmışlık kültüründen daha katı bir cinsel ahlak yasasını kendine kaide edinecektir. Nietzsche, doğudan çıkması gerekirken (aslında bizim kültürde de bir çok Nietzsche çıkmıştır, fakat fazla yaşatmamışlardır) batıdan çıkmıştır. Nietzsche, bastırılmış insanların, bastırılmışlıklarını iki yüzlü bir şekilde rasyonalize etmesine kızmıştı. Beceriksizliklerini, ahlak diye yutturmasına, ve becerikli olanlara biliçaltı kıskançlıkları nedeniyle sürekli engel çıkarmalarına lanet etmişti. Yani gerek dinsel, gerek felsefi alanda batıda da bastırılmışlık kültürü vardır. Dolayısıyla orada da cinsel sapmaların kültürle bir ilgisi vardır.

Şöyle bir şey düşünün. Sizce, karşı cinsten küçüklüğünde UTANDIRILMAYARAK, karşı cinsle sağlıklı ilişkiler kurabilmiş bir çocuk, karşı cinsle ilişkisi sürekli cinsel şakalarla sabote edilen bizim kültür ve bizim kültüre benzer kültürlerin çocuklarıyla aynı olabilir mi? Kendini ifade etmeyi öğrenmiş, karşı cinsle sağlıklı iletişim kanallarına sahip bir çocuk, büyüdüğünde, medeni ilişkileri de sağlıklı biçimde ilerleyecekken, karşı cinsle iletişimi marazi gören toplumumuzda, bu çocuk duygusal gelişimini tamamlayamamış olarak ergenliğe girmeyecek midir? İşte size katı ahlakın, bireyin yaşamını dejenere etmesine bir örnek.  Batıda, cinsel ihtiyaçlar bir iki kur ile ifade edilebilir, ve görmezden gelinmez, dolayısıyla cinsel yaşam görece daha kolay yaşanır. Şimdi, cinsel yaşamı iyi olan bir erkek, hangi nedenle tecavüz gibi bir suça gereksinim duymak isteyecektir ki? Tecavüz, pedofili, nin altında gelişmemiş duygular yatar. Gelişim psikolojisinde bu çok yaygın bilinen bir durumdur. Neden? Çünkü bu adamlar normal yolla kendilerini ifade etmekten korkutulmuşlardır, çoğunun cinsel yaşamı yoktur, karşı cinsten ölesiye korkarlar. Dolayısıyla fantazileri normalden sapmalar gösterir. Ona göre kendi yaşıtı biriyle, karşılıklı özgür iradeyle cinsel yaşam olmayacaktır. Bu olsa olsa "zorla" olacaktır. Sağlıklı bir cinsel hayatı olan kişi neden bu yollara başvursun ki?

Ben kültürün, bireyin davranışlarına, tutumlarına, düşüncelerine son derece köklü etkiler bıraktığını hem gözlemledim, hem de okudum. ABD'de 90 saniyede bir taciz olabilir. ABD'de de katı muhafazakar kesim vardır. Ayrıca ABD'de sürekli dışlanan afrikalı amerikalılar vardır. Beyaz mahallesinde büyümüş bir zenci çocuk da, muhafazakara benzer tepkiler geliştirebilir. Ama bir şey aynıdır; tecavüz, sağlıklı cinsel bir tepki değildir. Dolayısıyla cinsel gelişimi iğdiş eden katı bastırılmışlığın ürünleridirler.

Çözüm nedir, reçete nedir diye soruyorsunuz. Bunun kolay bir çözümü olacağını sanmıyorum. Bu sorunlar şıp diye çözülmez. Bence bunlar konjonkturel sorunlardır. Belli bir zaman sürer, her toplum bu sancıları yaşar, daha sonra zamanı gelince kendiliğinden çözülür. Küreselleşen ve iletişimin yaygınlaştığı dünyada bu sorunların çözüleceğini umuyorum. Ama tabii, küreselleşmeye aşırı tepki gösteren kitleler de söz konusu. Bu sorunun tam olarak nasıl çözüleceğini bilmiyorum, ama nasıl artaracağını biliyorum; düşmanlık ve dışlamalarla cinsel sorunlar artacaktır. Ötekileştirme ile, cinsel sorunlar artacaktır. Aşağılık kompleksinin kaşınmasıyla, cinsel sapmalar artacaktır. Toplumumuzda çağdaş-muhafazakar ilişkisi de bu yönde ilerler. Modern, muhafazakarı aşağılar, muhafazakar da gücenip sürekli kendi partisine oy verir. Yoksa muhafazakar, "Akp'nin son dönem ekonomi politikalarını benimsiyorum" diye düşünüp partiye oy vermemektedir. Aynını Chp seçmeni de yapmaktadır. Çünkü ana güdü, başarı, liyakat değil, ötekileştirme ve düşmanlıktır. Siyaset de bireyden etkilenir. Buna şaşırmamalısınız. Freud, her ne kadar abartmışsa da, cinsel güdüler, insan davranışlarını çok etkilemektedir. Cinsel yaşamı iyi olan ve kötü olan iki insanın eşit gündemleri olmadığı gibi, dünyaya bakış açıları da eşit değildir. Biri karamsardır, diğeri iyimserdir.

Sadece bir farkındalık gelişimi bile, bu sorunların çözümüne katkıda bulunabilir.

Saygılar.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Mart 29, 2011, 08:21:14 ös
Yanıtla #59
  • Ziyaretçi

Merhaba,

Konuyla ilgili bugün (29.03.2011) itibariyle yeni gelişmeler olmuş olup ilgili haber aşağıda bilgilerinize sunulmuştur.

Saygılarımla.



"Dekolteye tecavüz" aklandı!

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker'in, "Dekolte giyen kadın tecavüzü göze alır" sözleriyle ilgili YÖK'ün incelemesi tamamlandı. Kuruma göre bu sözler, "akademik ifade özgürlüğü".
     

(DHA) -- Prof. Dr. Çeker sözlerini, kamuoyunda "Hadım Yasası" olarak nitelendirilen tasarıyı değerlendirirken söylemişti.

Uzun süre tartışılan "dekolteye tecavüz" açıklamasıyla ilgili YÖK'ün başlattığı inceleme tamamlandı.

YÖK, açıklamayı 'akademik ifade özgürlüğü' olarak değerlendirdi, herhangi bir suç unsuru bulunmadığından Prof. Dr. Çeker hakkında soruşturma açılmasına gerek olmadığına karar verdi.

Prof. Dr. Çeker'in, inceleme sırasındaki ifadesinde, açıklamalarının sadece kendisini bağlayacağını söylediği kaydedildi.

Selçuk Üniversitesi Rektörü Süleyman Okudan, geçen ay, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın talimatıyla Çeker hakkında inceleme başlattıklarını bildirmişti.

Çeker ne demişti?

Prof. Dr. Orhan Çeker, TBMM'ye sunulan ve kamuoyunda 'Hadım Yasası' olarak nitelendirilen "cinsel saldırı suçu ile çocuklara ve reşit olmayana tecavüzden yargılananların hadım edilmesini" öngören tasarıyı değerlendirirken şöyle demişti:

"Sorunun odağında kim var? Kadın var. Kardeşim sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmayacaktır. Tahrik ettikten sonra sonucundan şikayet etmen makul değildir. Bu konuda suçu işleyenleri savunduğum anlaşılmasın. Elbette işlenen suç son derece iğrençtir. Lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Bu konuda tabii ki erkek suçludur ama kadının da suçu gözardı edilirse meseleyi çözümde yanlış adım atmış oluruz. Bu olayda her iki taraf da suçludur. Öncelikle belirtmeliyim ki dinimizde böyle bir ceza yok. Bu siyasi otoritenin kararı ile uygulanan bir ceza yöntemidir."

Kaynak: http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/03/29/dekolteye.tecavuz.aklandi/611411.0/index.html


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
16 Yanıt
13036 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 15, 2008, 04:58:00 ös
Gönderen: cardiffmonster
43 Yanıt
31126 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 03:18:36 öö
Gönderen: Genius Loci
0 Yanıt
4461 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 21, 2012, 02:03:30 ös
Gönderen: Makbenah