Ve (Allah) "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân edin, dilediğiniz yerden de yeyin ve şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz." (dedi) (Araf, 19)
“Kur’ân kendisini tanıtırken Âyetlerinin bir bölümünün müteşâbih [mecâz, kinâye gibi sanatsal anlatımlı ve çok anlamlı] olduğunu açıklamış olsa da, kimileri sözcükleri mutlaka hakikat manalarında kabul edip Kur’ân'ı buna göre anlama çabası göstermişlerdir…
(Birçoklarının) bu ağacı (yasaklanan ağacı) hakikat anlamıyla fizikî bir ağaç olarak kabul etmeleri, Kitab-ı Mukaddes’in bu konudaki anlatımıyla örtüşmektedir. Ne var ki, bu örtüşme klâsik anlayışı temsil eden bu kişilerin Kitabı Mukaddes'in etkisinde kaldıklarını düşündürmektedir:
Biz, "yasaklanan ağaç" konusunu tam olarak açıklığa kavuşturabilmek için, Âyette geçen şecer ve mâl sözcüklerinin kökenine inme ihtiyacı duyuyoruz:
Şecer, "bitki cinsindendir. Gövdesi üzerinde desteksiz duran bitkidir. Kış mevsiminde varlığını koruyan bitki"dir. Hicazlılar, buğday, arpa ve hurmaya şecer derler. Şecer sözcüğü, "ihtilâf" Nisâ Sûresinin 65. Âyetinde "sarf etme" anlamlarında da kullanılır. Çünkü ihtilâfların ekserisi "mal" yüzündendir, en çok harcaması yapılan da "mal"dır.
Dikkat edilirse, Âyetlerdeki şecer sözcüğü ile 22. Âyetteki varaku'l-cennet ifadesi aynı anlama gelmektedir ve her ikisi de kısaca "mal, altın, gümüş, deve, arpa buğday ve hurma" demektir. Dolayısıyla biz de şecer'i Hicazlılar gibi "mal" olarak anlayabiliriz.
Mâl sözcüğü Türkçeye Arapçadan gelmiş bir sözcüktür. Konunun iyi anlaşılabilmesi için bu sözcüğün de Arapçadaki gerçek manasını tespit etmek gerekmektedir.
Mâl, "tüm eşyadan sahip olunan şeyler" demektir. Mâl aslında "altın ve gümüşten sahip olunan" demektir. Sonradan kazanılan, elde tutulan ve ayniyattan sahip olunan şeylere ıtlak olunur oldu. Arap’ın mâl dediği şey, ekseriyetle "deve"dir.
Kıssayı anlatan Âyetlerdeki ifadeler ve sözcüklerin gerçek manaları göstermektedir ki, Allah insanın mal tutkusundan uzak olmasını istediği için Âdem ve eşini mal düşkünü olmaktan menetmekte, İblis de Âdem ve eşini mal ile aldatmaktadır.
Nitekim Tâ-Hâ Sûresinin 120. Âyetinde İblis, Âdem'i ebedîleştirmek için onu şeceretü'l-huld'a; mala [altına, gümüşe, deveye, arpaya, buğdaya, hurmaya ...] yönlendirmiştir. Aslında "şeceretü'l-huld"a yönlendirme, İblis'in üçüncü iğvasıdır. Aşağıda, 20. Âyette görüleceği gibi İblis'in ilk iğvaları, melek [iradesiz varlık; robot] yapılma ve hâlid olma [hiç değişmeden aynı kalma] üzerine olmuştur.
İblis'in Âdem'i yoldan çıkartmak için başvurduğu bu son iğva, akla hemen Hümeze Sûresindeki 2–3. Âyetleri getirmektedir:
(Hümeze:2–3) O ki malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini ebedîleştirdiğini sanarak onu tekrar tekrar sayandır.
Netice olarak; bize göre gerçekte ne böyle bir olay cereyan etmiştir, ne de ortada herhangi bir ağaç vardır. Çünkü Âyetlerde temsil tekniği kullanılmış olup her şey temsili olarak anlatılmıştır. Yüce Allah mesajını Âdem, Âdem'in eşi ve İblis arasında geçen temsili bir olay üzerinden iletmiştir. Bu temsilin sahnesi cennet [yeşil bir bölge]; sahne dekoru ise şecer’ [mal; altın, gümüş, arpa, buğday, hurma, deve] dir”.
Tarihin ilk dönemlerinde doğa bütün insanlara açıktı. İnsanlar doğada çalışmaları ve çabalamaları neticesinde kendilerine gerekli bitkisel ve hayvansal ürünleri elde ediyorlardı. Toplayıcılık ve avcılık yapıyorlardı. Ta ki tarımsal üretime geçilene ve hayvanları ehlileştirene dek. Tarımsal üretim ve hayvanların ehlileştirilmesi insanın doğa üzerinde daha önce sınırlı olan hakimiyetini tam bir hakimiyet haline getirmiştir. Doğa karşısında elde edilen bu kesin zafer insanların mülkiyet iddialarının da keskinleşmesine neden olmuştur. Eken biçen ya da besleyip yetiştiren, toplayıp avlayandan daha keskin bir mülkiyet hakkı elde ettiğini düşünmüştür. Çünkü toplanmadan ve avlanmadan önce bitki ve hayvanlar üzerinde bir mülkiyet söz konusu değildir. Bunlar doğada serbest haldedir ve insanlar becerileri ve çalışıp çabalamaları oranında bunlara sahip olmaktadır. Oysa ki şimdi tarımsal üretim toprak parçası üzerinde hakimiyeti ve ehlileştirmek ise hayvanlar üzerindeki hakimiyeti açıkça ortaya çıkarmıştır. Adem kıssasında geçen şecer kelimesinin mal; altın, gümüş, arpa, buğday, hurma, deve olduğunu söylemiştik. Buradan hareketle, Adem’in yaşadığı dönem olarak, tarımsal üretime geçilen, hayvanların ehlileştirildiği ve madencilik yolu ile altın ve gümüş gibi madenlere ulaşıldığı dönemleri görebiliriz. Tarımsal üretim ve hayvanların ehlileştirilmesi sonucunda ihtiyaçtan fazla üretim gündeme gelmiştir. Mantıksal olarak Adem’in toplayıcılık ve avcılık döneminde yaşamış olduğu düşünülemez. Bu dönemde doğada serbest halde bulunanı biriktirmek ve istiflemek mümkün değildir. Ancak ihtiyaç kadarı toplanır, avlanır ve tüketilir. Oysa ki Adem Kur’an’dan da anlaşılacağı üzere mal sevgisine yenilmiş, biriktirmiş ve istiflemiştir. Bu da ancak ihtiyaçtan fazla üretimin olduğu bir dönemde söz konusu olabilir. İhtiyaçtan fazla üretim ise yerleşik tarım ve hayvanların ehlileştirilip üretilmesi ile mümkündür. İhtiyaçtan fazla mal üzerinde hak iddia etmek ve mülkiyet iddiasında bulunmak ise Kur’an’ın en çok eleştirdiği konulardan biridir. Gerek tarımsal üretim, gerek hayvanların ehlileştirilmesi, gerekse altın ve gümüş madenleri nedeniyle mülkiyet duygusunun hat safhaya çıktığı bu dönemler, insanın arzu ve istekleriyle de büyük bir savaşa başladığı dönemdir.( Alıntıdır )
IŞIK ve SEVGİ ile KALIN.......