Ben bu başlık altındaki elış veriş ve tartışmalara pek karışmadım. Çünkü başlmığı böyle olan bir konu, benim bilgi dağarcığıma sığmaz.
Ancak Sayın Karahan bu başlık altında çok güzel bir anlatımda bulunmuş.
Ben forumda alıntı yapmayı heç beceremedim. Onun için o yazıyı olduğunca koplyalıyorum. Bunu kopyalayışımın nedeni ise, sonraki yazıların aslında birada anlatılnların çok dışına çıkmış ve asal konudan çok uzaklaşmış olması. Belki asal yazıyı bir kez daha okumak yararlı olabilir.
Bilgili bir insan, bilgisini satmayı bilir. Konuşmak için z orluk çekmez. Çoğu kez de karşı tarafı ikna etmeyi başarır.
Toplumların, bireylerin zaman içinde kendini ifade etme biçimleri vardır. Bu dil, bilinçli oluşturulmaktan ziyade, cahilce gerçekleştirilir.
Ancak, bilgili söylem her zaman dikkat çeker!
İşte bunlardan bir tanesi: Farabi, İslâm dünyasının en büyük âlimlerinden biri. Onun bize ulaşan bir sözü şöyle: “İnsan ahlâkının temeli bilgidir. Çünkü akıl, iyi ile kötüyü bilgi ile ayırır.”
Farabi, bu sözünde şunu demek istiyor: Bilgisiz kalmak, ya da başka bir deyişle cahil olmak, iyi veya kötü hangi konu olursa olsun, bir sorun karşısında çıkış yolu bulamamak demektir.
Siz şayet hala kış uykusundan uyanmamış, “iyiyi kötüyü” ayırt edecek bir bilgiye sahip olmamış iseniz, akıl yalnız kalır. Hedefine varamaz. Dolayısıyla aklın yanı sıra bilgi sahibi olmak da gerekir.
Bu koşulları mistik boyutta ele alırsak, bilgisiz bir insanın; cahil olarak tanımlanabileceğini, bu hali ile de gerçeğe varabilecek bir kapasitesinin olmadığını kabul etmek zorunda kalırız.
Bilgisiz kalmak, aslında kötü bir insan olmak manasına gelmez, ancak bu durum, onun ‘cahil’ olarak anılmasını, bu damgayı yemesini de engellemez.
O halde gerçekleri, doğruları ve yanlışları saptayabilmek için bilgi şarttır.
Akla gelen soru şu: Bilgi sahibi olmak için ne yapmalı?
Önce bugünün biliminin mutlaka bir açıklamasının olduğu düşünülmeli, “beyinsel işlevlerin” ne olduğu algılanmalı. Varlığın bir bütün olduğu, Newton fiziğinin ardında bulunmalı. Kuantum boyutunun, klâsik fiziğin temel yapısını oluşturması bir yana, ondan ayrı olmadığı kabul edilmeli böylece bütünlük inancı pekişmeli.
Ve bu ayrımın fark edilmesi sonucu, birimselliğin olmadığı aşaması kabullenilmeli.
Bu hususlara dikkat etmeyen, bilgiyi umursamayan, hor gören, kaba kuvvete başvurup dilediğini yaptırma yoluna giden bir toplum, sapkınlık içinde yaşamına devam eder ve asla başarılı olamaz. Çünkü beklentileri farklıdır. Kaygıları da bu düzeyde gelişir.
Bilgiyi bir kenara bırakıp gururun peşinde koşarak misyon sahibi olmayı benimseyenler, takdir edersiniz ki saygı duyulacak bir durum yaratmaz. Onlar sadece klikleşirler.
Oysa bilgi, insanı her duruma motive eder. Bu niteliğin ne denli önemli ve gerekli olduğunu hatırlatır.
Bilgili bir insan, bilgisini satmayı bilir. Konuşmak için zorluk çekmez. Çoğu kez de karşı tarafı ikna etmeyi başarır.
Kültürlü bir insan, açık ve dürüst olmayı bir zorunluluk haline getirmiştir. Ancak kimileri kendilerini saklamaya özen gösterir.
Ne yaparsanız yapın, onların ağzından bir tek kelâm çıkartamazsınız. Kargaşayı sevmeyen tiplerdir bunlar. Açığa çıkmamaları belki de bundandır.
Bazı insanlarda ‘tuhaf ve çekingen’ bir hal vardır. Onlar kendilerini anlatmakta güçlük çekerler. İşte bilgi, bu tür pasif durumların üstesinden gelir ve adeta o kişiye farkında olmaksızın terapi yaparak güven sağlar.
İşin önemi de bu noktada çıkıyor. O çekingen, mahcup tavırlı kişinin yapabileceği en önemli şey, artık bilgi dağarcığını güçlendirmek olacaktır.
Tabi bu durum, kısa vadede bir sonuç alınacağı anlamına gelmemeli. Bahsettiğim durum, asosyal hayatı benimseyen kimselerde daha çok görülür.
Şurası muhakkak ki her aşamadabilgi-ilim boyutuna ihtiyaç vardır. Bir kimseyi ikna etme yolunda zorlanılırsa, onda bilginin varlığı tartışılır.
Hele mesele daha “ciddî gerekçelere dönüştüğünde” cahil insanı ikna etmek daha zor olur.
Kur’an’ın bilgi kitabı olması bu konuda bize en güzel örnektir diyerek yazımı noktalıyorum.
İşte bu yazı son tümcesine kadar çok iyi gidiyor ve bilgi konusunda bilgili olanların tartışabileceği bir giriş yaratıyor. Benim de bilgi konusunda, özellikle bilgi edinme süreci üzerinde bildiklerim var. Paylaşabilirdim. Ancak başlık beni geri çekiyor.
Kimseye inanç saldırısında bulunmak istemem. Ancak kişiler inançlarının yanı sıra özgür düşünceli olabiliyorlar ise, belki tartışarak ortak doğrular üzerinde bir paylaşımda bulunabiliriz. Örneğin kimilerinin toplulumumuzda ısrarla başörtüsü dedirtmeye tutturdukları yeni icat türbanın inanç gereği olduğu ileri sürüldüğünde; aklı başında herkes bunun öyle olmadığını, o kızlarımızın ve kadınlarımızın (pardon, bayanlarımızın) kötü kullanıma âlet edilerek farklı bir amaç uğrunda kullanıldıklarını biliyor.
Şimdi kimileri bana kendi yazdıklarımla çelişkiye düştüğümü söyleyebilir; hani inanç saldırısında bulunmayacaktın diyerek... Hayır efendim; inanç saldırısında bulunmuyorum. Çünkü bu türban konusu bir inanç konusu değil bir politika ve sosyoloji konusudur. Bunun niçin öyle olduğu ise apayrı bir başlık altında irdelenebilir, gerekilrse...
Biz Sayın Karahan'ın yazısına dönelim.
Sayın Kahrahan son tümcesinde Kuran'ın bilgi kitabı olduğumu söylüyor.
Doğrudur.
Kapsamında edinilebilecek bilgi vardır; yok değil.
Kimisi çok bilgi edinir, kimisi az. Kimisi yanlış bilgi edinir, kimisi doğrulara daha çık yaklışır bu vesileyle.
Kimisi yorumlar, kimisi başkalarının yorumunu izler, kimisi yorumlara karşı çıkarak kendi doğru bildiği yolhda yürümeyi sürdürür.
Bilginin çok kaynağı vardır. Kimi kitaplar bilgi kaynağıdır, kimisi değildir.
Bazı kitaplarda verilen bilgiler doğrudur, bazılarında yanlış bilgiler de yer alır.
Bazı kitaplardaki yanlışlıklar o günün ve o çevrenin koşulları öyle olduğu için bize yanlış gibi gelir. Kimileri ise o yanlışların yanlışlığını bilmeden alıp kendilerine uyarlamaya hatta kendilerini ona uyarlamaya girişerek yaşamında daha büyük yanlışlıklar yapar.
Kuran elbette bilgi kitabıdır. Okunup bilgisi edinilmelidir.