Bu başlığın hemen öncesinde “Nasıl bir Yaradana İnanıyoruz” diye bir başka başlık var.
Bana o başlık altında yazılmış olanlar biraz yozlaştırılmış gibi geldi.
Bu nedenle konunun masonluk ile bağlantısını da kurarak yeni bir başlık açmayı öngördüm.
Bu başlığa katkıda bulunacak olanların özenli davranmalarını rica ediyorum. Herhangi bir şekilde konuyu sulandırmaya kalkışan ya da bireysel çekişmelere yönelten olursa, hiçbir uyarıda bulunulmaksızın o iletiler silinecek; bunun baştan bilinmesini rica ediyorum.
Çoğu mason locaları (hepsi değil) bir kişiyi Masonluğa kabul edebilmek için o kişinin bir dinsel inancının bulunması gerektiğini öngörüyor.
Bazı mason locaları ise, Masonluğun amaç ve ilkelerini öncelikli tutarak, Masonluğa girecek kişilerin din ve inançlarıyla değil, onların öncelikle onurlu ve dürüst kimseler olmaları gereğini gözetiyor.
Bizim buradaki ilgi konumuz, yukarıdaki sıralama bakamından öncekiler olacak. Diğerlerini belki başka başlık altında ayrıca irdeleriz.
Bu "inanç konusu" bakımından mason kuruluşlarının arasında da farklar var.
Kimileri bir yaradana inanması gerektiğini söylüyor.
Yaradanı sonraya bırakıp şu inanma konusuna gelelim ve bunun üzerinde bir uyuşmaya varalım.
Bana birine inanıp inanmadığım sorulursa, yanıtım soruyla gelir: “Hangi sözüne?”
Dolayısıyla burada da yaradana inanmak denilince, yaradan bir şey demiş olmalı ki o dediğine, o dediğinin doğru olup olmadığına inanmak söz konusu olsun.
Bu deyiş ille söz ile olmayabilir. yazıyla da olabilir. Dolayısıyla kimileri diyor ki “İşte bu yaradanın kitabı… buna inanıyor musun?”
O kitaba inanmak demek elbette o kitabın kapsamında anlatılanlara inanmak demektir, değil mi?
Şu halde önce kitabı okumak gerek.
Okumak yeter mi?
Yetmeyebilir. Okuduğunu anlamak gerek.
Elbette o yazılı olanların ardında birtakım içrek ya da gizli anlamlar varsa, simgesel anlatımlar söz konusuysa, önce belli bir disiplinden geçmiş ve onları anlayabilecek bir düzeyde yetiştirilmiş, eğitim görmüş olmak gerek.
Bunlar olmazsa?
O zaman güvenilir bir kişi ya da kişiler gerek. Gerçekten de bildiğine, bilmekle de kalmayıp içtenlikli ve dürüst olduğuna güvenilen kişi ya da kişiler. Öyle kişiler ki, işte onlar kitabı okuyacak, anlayacak ve bize anlayabileceğimiz düzeyde anlatacak. Böylece biz de o kitapta yazılı olanlara inanıp inanmamak konusunda bir karar vereceğiz.
O kitabın kendine özgü bir dili varsa, işte bir sorun da orada. Hele o kitap ta bilmem ne zaman yazılmışsa, dillerin zaman içinde evrildiği bilgisine dayanarak bir sorunla daha karşı karşıya olabiliriz. O dili bilmiyorsan bir de kitabı bir diğer dile çevirenlerin hiçbir hata yapmadığına, çevirirken işin içine kendi görüş ve yorumlarını katmadıklarına da güvenmek gerek.
Böyle güvenilir insanlar var mı dünyada?
Kitaplı dinlerde bu işler genellikle böyle oluyor. Ancak bazı dinlerde ve inanç sistemlerinde, kişinin uzun bir süre eğitimden geçmesi, kendi inancını kendisinin kendi öz buyrultusu ve çabasıyla oluşturması öngörülüyor.
Sonu yaradanın sözlü ya da yazılı olarak dediğine inanınca yaradana inanmış oluyoruz.
Ancak kimileri bu inanma konusunu bu düzeye getirmiyor. İnanmayı, yaradanın varlığına inanmak olarak değerlendiriyor.
Bu da bir sorun… Yaradan diye bir şey, bir olgu, bir oluşum hatta kimine göre bir yüce varlık var mı yok mu?
Dindarlardan kimisi, “yok” diyenden dediğini kanıtlamasını ister. Bu yanlış bir istem. Yok olduğunu söylemek kanıt gerektirmez ki. Kanıt var olduğunu söyleyenlerin olmalı, şayet tersine var olduğuna inanmayanlar varsa.
Nitekim dindarların birçoğu da “var” olduğunu başkalarına da inandırmaya girişir. Bunun için bin bir takla atar ve tezlerinin doğruluğunu bir kısır döngüyle ancak yine kendi tezleriyle açıklayarak kanıtlanmış gibi gösterirler.
Bu sözü ettik ama yanlış anlaşılmasın; buradaki amacımız yaradanın var olmadığını ileri sürüp, var olduğunu söyleyenlerin yanlışlığını ortaya sermek değil.
Elbette önceki konu yani yaradanın sözü ya da yazısına inanmak ancak yaradan varsa söz konusu olur. Yaradan yoksa, sözü ya da yazısı da yoktur. Herhalde yaradanın sözünü söyleyip ya da yazısını yazdıktan sonra yok olduğunu benimseyecek değiliz.
Demek ki “yaradana inanmak” denince, onun varlığına inanmak öncelikli ya da ağırlıklı oluyor. Biz de şimdi bunu ele alalım ve şu söz ya da yazıda anlatılanlara inanmayı sonraya bırakalım.
Elbette yaradanın varlığına nasıl inanacağımız da bir başka sorun…
Sırf güvendiğimiz bir kişi var olduğunu söylediği için mi inanacağız, yoksa kendimiz bu konuda çalışarak, emek harcayarak, gerçekleri araştırarak, bunun sonucunda vardığımız verilere dayanarak mı inanacağız?
Masonluğa girerken kişiye bunu soranlar, olumlu yanıt aldıktan sonra bunun nedenini, gerekçesini, nasılını sormuyor. Evet demiş olması yeterli bulunuyor.
Bu evetin nasıl bir evet olduğu da tartışılabilir.
Bir adım daha ileri gidince görüyoruz ki, masonlardan kimisi “yaradan” ile de yetinemiyor. Bu inanç koşulunu “ulu yaradan” için öngörüyor.
Eyvah!...
Eyvah çünkü “ulu yaradan” dediğiniz anda, eğer öyle bir şey bir olgu gerçekten de varsa, bir de “ulu olmayan yaradan” var demektir. Bir kavramı sıfatlandırdığınız anda bunun bir eytişimsel yani diyalektik (en azından ikicil yani düalist) karşılığı var demektir. Bu nedenle sıfatlandırmak çok zor ve sıkıntılıdır. Nitekim bazı dinlerde Tanrı kavramına böyle sıfatlı yakıştırmalar, nitelendirmeler yapıldığı anda, bunlar sadece düşünme zahmetine katlanmayan zihinlere hoş gelir.
Tarih boyunca dinlerde yapılmış olan hep bu... Böylece insanları düşünmekten ve değerlendirmekten alıkoyarak hatta onların olabildiğince düşünmemesini sağlayarak, onları boyunduruk altına almak. İnsanlar inançlı olursa, dünyevi işleri de fazla sorgulamaz; biz de işlerimizi yürütürüz.
Demek ki ulu yaradan kavramından kaçınmakta yarar var çünkü iş çıkmaza giriyor.
Ancak bazı mason kuruluşları bu konuyu öyle yaradan kavramıyla da bırakmıyor. Çünkü bu aşamada bırakılsa iş “nedentanrıcılık” da denilen “deizm” düzeyinde kalacak. O ise bir inanç sistemi olabilir ama bir dinsel kurumlaşması yok. Tam tanımlı çerçeveler içinde değil. bu nedenle de işi “tanrıcılık” da deniler teizme yöneltiyorlar. Gelişigüzel bir tanrıya değil, teist nitelikli bir tanrıya inanma koşulunu getiriyorlar.
Bu teist nitelikli tanrının özelliklerini sayarak, inancı bu açıdan bağlamalarla, kesinleştirilmiş tanımlarla çerçeveleyen de yok değil. Bu da yapılınca, bir bakıyorsunuz ki ortaya konulmuş olan koşul, belli bir dinin sıkı inançlısı olmayı gerektirir düzeye gelmiş.
Tanrı kavramıyla uğraşmak daha ayrıntılı ve zor. Yaradan daha kolay. Çünkü o, tanrının sadece bir niteliği ya da yönü. İyisi mi biz yaradanda kalalım.
İşte şimdi asıl konumuza geldik…
Yaradan deyince bundan ne anlıyoruz?
Masonluğa girmek için bir yaradana inanmak zorunluluğunu öngören mason kuruluşlarının bu bakımdan yapmış olduğu bir açıklama var mı?
Böyle bir açıklama varsa, bu mason adaylarına önceden veriliyor mu?
Yoksa, herkesin bu konuda tek bir kavramı anladığı mı varsayılıyor?
Eğer durum bu sonuncusuysa, bakalım bu Forumun bu başlığı izleyen katılımcıları “yaradan” denilince bundan ne anlıyor.
Kendisine sorulmuş olan varsa o ne anladı da yanıtladı, sorulmasını bekleyen varsa o ne anlıyor?
Buyrun… Söz ilgi gösterecek olanların...