Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KULEDEKİ KÜÇÜK ADAM  (Okunma sayısı 7497 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 12, 2007, 10:31:18 ös
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

Sert bir zeminin üzerinde uzanan, içinde insanların, ağaçların, denizlerin veya binaların bulunduğu, üzerinde bulutların gezindiği, daha yukarıda dev bir uzay boşluğunun uzandığı bir dünya mı burası?

Siz de bu dünyanın içindeki milyarlarca insandan birisi misiniz?

Eğer bu sorulara "evet" cevabı verirseniz yanılmış olursunuz.

Eğer bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, sizin için çok önemli olan bir gerçeği muhtemelen hayatınız boyunca göz ardı etmişsiniz demektir.

Çünkü siz üstte tarif edildiği gibi bir dünyada yaşamıyorsunuz. Aslında dünyanız çok daha küçük. Bu dünyanın içinde, değil milyarlarca kilometrelik mesafeler ya da ışık yılı uzaklığındaki galaksiler, birkaç metrelik bir uzaklık dahi yok. Siz aslında çok küçük ve kapalı bir mekanda yaşıyorsunuz: dev bir kulenin tepesindeki küçücük, kapısı mühürlenmiş bir odada. Bu odadan hayatınız boyunca hiç çıkmadınız. Bu odayı terk edip hiçbir yere gidemediniz. Sadece, odanın duvarlarına yansıtılan farklı şekiller, insanlar, mekanlar gördünüz. Odanın içindeki gizli hoparlörlerden çıkan sesleri duydunuz. Gerçekte kulenin tepesindeki bu küçük odada sizden başka hiç kimse yok. Yapayalnızsınız!

Söz konusu kule sizin bedeniniz, bu kulenin tepesindeki küçük oda (yani sizin dünyanız) ise beyninizdir.

Beyniniz, sizin içinden hiçbir zaman çıkamadığınız kapalı bir odadır; çünkü sizin "dış dünya" zannettiğiniz herşey, aslında beyninizin görme, işitme veya dokunma merkezlerinde duyumsadığınız algılardan ibarettir. Hiçbir zaman algılarınızı aşıp "gerçek madde" denen şeye (eğer böyle bir şey varsa) ulaşamazsınız. Beyninizin görme merkezine gelen elektrik sinyallerini seyreder, hiçbir zaman bu sinyallerin gerçek kaynağını göremezsiniz. Adeta, kapalı odanızın duvarındaki sinema perdesini seyreder, ama hiçbir zaman perde üzerindeki görüntülerin aslına ulaşamazsınız.
Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


Ağustos 12, 2007, 10:33:50 ös
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

Güzel bir paylaşım :)


Ağustos 12, 2007, 10:44:10 ös
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

İnsanlar, oldukça inandırıcı görünen görüntülere aldanabilir ve bu görüntüleri "gerçek madde" sanabilirler.
Tarihteki ilk "sinema gösterisi", bunun ilginç bir örneğidir. 1895 yılında Auguste ve Louis Lumierez adlı iki Fransız mucidin Paris'te yaptıkları bu ilk gösteride, istasyona yaklaşmakta olan bir trenin görüntüsü perdeye yansıtılmış, ancak salondaki izleyicilerin çoğu, trenin kendilerini ezeceğinden korkarak panik halinde dışarı kaçmışlardır.
Bu örnekten de anlaşıldığı gibi, bir görüntüyü "gerçek" sanabilmemiz, görüntüdeki teknik kalite ile yakından ilgilidir. İlk kez bir sinema perdesi gören insanlar, bu o dönem için çok üstün bir teknoloji olduğu için, gördükleri trenin "gerçek" olduğunu sanmış ve paniğe kapılmışlardır. Bugün ise aynı etki, hologram (üç boyutlu görüntü) oluşturan özel gözlükler sayesinde elde edilebilmektedir. Bu gözlüğü takan insanlar, gözlerinin önünde oluşturulan sanal dünyanın gerçek olduğu hissine kapılmakta, bu hisse göre davranmaktadırlar. Oysa bu esnada, bunun tamamen sanal bir görüntü olduğunu kesin olarak bilmektedirler.
Peki "gerçek dünya" dediğimiz görüntülerin durumu nedir? Bunlar da teknik kaliteleri nedeniyle bizi yanıltan birer hologram olabilirler mi?
Bu sorunun cevabını bulmak için, öncelikle "görme"nin ne olduğu hakkındaki bilgilerimizi yeniden düşünmemiz gerekir.


Dışarıda Işık Yoktur

Günümüzde bilim adamlarının son bilimsel bulgular ışığında vardıkları ilginç bir gerçek vardır: Dünyamız gerçekte zifiri karanlıktır. Çünkü bugün artık bilinmektedir ki, ışık tamamen subjektif bir kavramdır; yani insanların beyninde bir algı olarak oluşur. Gerçekte dış dünyada ışık yoktur. Ne lambalarımız, ne araba farları, ne de en büyük ışık kaynağımız olarak bildiğimiz Güneş gerçekte ışık saçmaz.
Güneş ve diğer "ışık kaynakları", sadece çok çeşitli dalga boylarında farklı türde elektromanyetik parçacıklar saçar. Bu parçacıklar, yapılarının öngördüğü şekilde evrene yayılır. Bunlardan bir kısmı dünyamıza ulaşır ve yine yapılarının gerektirdiği çeşitli etkiler oluşturur. Bu etkiler, parçacığın hacmine, ağırlığına, hızına, frekansına göre değişir.
Örneğin birçok radyoaktif parçacık vücudumuzun içinden geçip gider. Onları ancak kurşun levhalar durdurabilir. Bu parçacıkların bazıları o denli ağır ve enerji yüklüdürler ki, çoğu zaman çarptıkları molekülü parçalayarak yollarına pek sapmadan devam ederler. Bu, radyasyonun kansere yol açmasının altında yatan nedendir. Daha güçsüz bir tür radyasyon olan röntgen ışınlarından yararlanılarak röntgen makinaları üretilmiştir. Bu makinaların yaptığı iş, radyo dalgalarının oluşturduğu etkiyi "görülebilen ışığa" çevirmek, yani gözlerimiz tarafından algılanabilir hale getirmektir.
Radyo dalgaları parçacık içermedikleri için çarpışma anında insana zarar vermezler. Bu dalgalar hiçbir duyumuz tarafından algılanamaz, ancak evlerimizdeki radyolar bunları kulaklarımız tarafından duyulabilir ses dalgalarına çevirir. Radyoda bir yayın yokken duyulan hışırtı, aslında Güneş ve tüm yıldızlar tarafından evrenin başlangıcından bu yana yayılan kozmik fon radyasyonunun "sesidir". Burada "ses" kelimesi ile kastedilen, bu dalgaların radyolarımız tarafından işlenerek kulaklarımız tarafından duyulabilir hale getirilmesinden sonra beynimizde oluşturdukları algıdır.
"Işık" dediğimiz algıya kaynaklık eden fotonlar ise çok daha hafif parçacıklardır ve çoğunlukla ilk çarptıkları atomdan sekerler. Üstelik bunu yaparken çarptıkları yere pek bir zarar da vermezler. Frekansları, yani titreşim hızları nedeniyle daha fazla enerji yüklü olan morötesi (ultraviyole) ışınları, cildimize nüfuz edebilir ve bazen genetik şifremizde bozulmalara neden olabilir. Belli saatlerde güneş ışığına çok fazla maruz kalmanın kansere neden olabilmesi bundandır.
Frekansları gereği kızıl ötesi (enfraruj) olarak adlandırılan fotonlar ise çarptıkları yüzeyde enerjilerinin bir kısmını bırakırlar ve buradaki atomların titreşim hızını, yani ısısını artırırlar. Bu yönleriyle kızıl ötesi ışınlar, ısı ışınları olarak da adlandırılır. Akkor haline gelmiş bir kömür sobası veya bir elektrik sobası bol miktarda kızıl ötesi ışın yayar. Bu ışınlar cildimiz tarafından sıcaklık hissi olarak "görülür", yani algılanır.
İşte fotonların bir kısmı da vardır ki frekansları morötesi ve kızıl ötesi ışınların arasında kalmıştır. Bunlar gözümüzün arkasındaki retina tabakasına düştüğünde buradaki hücreler tarafından elektrik sinyaline çevrilirler. Biz de gerçekte fiziksel birer parçacık olan fotonları "ışık" olarak algılarız. Eğer gözümüzdeki hücreler fotonları "ısı parçacıkları" olarak algılasalardı, o zaman bizim için ışık, renk ve karanlık olarak adlandırdığımız kavramlar hiçbir zaman olmayacak, cisimlere baktığımızda onların sadece "sıcak" veya "soğuk" olduklarını hissedecektik.
Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


Ağustos 13, 2007, 01:22:11 öö
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

güzel bir paylaşım
teşekkürler
ne zaman geri döndün hiç dikkat etmemişim.Yaşlanıyormuyum acaba................


Ağustos 13, 2007, 10:03:16 öö
Yanıtla #4

Mustafa Topaloğlunun yazılarını ben de çok severim.
Paylaşım için teşekkürler


Ağustos 13, 2007, 10:30:46 öö
Yanıtla #5
  • Ziyaretçi

Mustafa abi yazıları BAV a yolluyor galiba :) Yazı benim de çok hoşuma gitti.Sn Lucky eye dan rica etsek mustafa abinin başka yazılarınıda siteye koyarmı aceba?Özellikle de uzaylılarla ilgili olanları?


Ağustos 13, 2007, 10:52:08 öö
Yanıtla #6
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

Hoşbulduk Sn. Shemuel geleli epey oldu.

Obi-Wan Kenobi Topaloğlu yla bir tanışıklığınız var galiba çok mu hoşlanıyorsunuz ondan.Keşke yazıyı okusaydınız at gözlüklü arkadaşlar keşke biyomimetik diye bir şey olduğunu bilseydiniz keşke ah keşke ama siz gibilerden çok bizim memlekette yazının uzayla alakası bile yok.
Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


Ağustos 13, 2007, 11:03:57 öö
Yanıtla #7

Ata sözü: Benim rehberim hırka giyenlerdir saray yavrusundan oturup ahkam kesenler değil.

Ya valla geçen hafta televizyonda diyodu.
"Biliyomusun kardeş aslında her yer karanlık" diyodu..
adam doğru söylüyomuş
Birde bunun başlığı yanlış olmuş saraydaki küçük adam :) olacaktı.
Çünkü insan aklı bir saraydır.

Saygılar


Ağustos 13, 2007, 11:05:23 öö
Yanıtla #8

"Sert bir zeminin üzerinde uzanan"
Bu sert takıntısı niye anlamadım. Mesela toprak olmuyor mu?


Ağustos 13, 2007, 11:06:18 öö
Yanıtla #9

"Siz de bu dünyanın içindeki milyarlarca insandan birisi misiniz?
Eğer bu sorulara "evet" cevabı verirseniz yanılmış olursunuz."
Çünkü biz uzaydayız.
İşte ispatı bunu mustafa abi söylemiş.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
Kimdir Bu Adam?

Başlatan LEON COMANDANTE Diger Konular

7 Yanıt
6250 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 23, 2007, 11:45:08 öö
Gönderen: LuckyEye2
4 Yanıt
4963 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 08, 2013, 01:08:27 ös
Gönderen: Arais
4 Yanıt
3692 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 13, 2017, 06:25:51 ös
Gönderen: RANA
0 Yanıt
8455 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 30, 2010, 01:40:39 öö
Gönderen: Mozart
1 Yanıt
4260 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 04, 2010, 03:25:52 ös
Gönderen: ceycet
1 Yanıt
3232 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2013, 02:36:25 ös
Gönderen: asimov
0 Yanıt
2040 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 01, 2013, 02:16:52 ös
Gönderen: Spock
Bir kücük hikaye

Başlatan fajir Edebiyat

1 Yanıt
2901 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 20, 2013, 11:10:55 ös
Gönderen: GOASISG
0 Yanıt
1794 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 22, 2015, 04:00:41 ös
Gönderen: evvah
5 Yanıt
5779 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 20, 2019, 11:36:13 öö
Gönderen: Caliper