Ortak Yaşam Kuramı
ORTAK YAŞAM: Evrimin genetiksel ve metabolizma faaliyeti (kimyasal bellek) düzeyinden bakteriyal bağlantılarıyla incelenmesiyle yeni bir bakış, tarihsel olduğu kadar kapsayıcı da olan bütünsel bir açıklama ortaya çıkmıştır. Evrime yeni bir bakış/Ortak Yaşam Gezegeni isimli kitabın yazarı SET’i (Sıralı İç Ortak Yaşam Kuramı) ileri süren Lynn Margulis,
“Kalabalık gezegende yaşamı oluşturan malzeme ortak yaşama dayalı etkileşimdir.” (age, sf. 112) demektedir.
Ortak Yaşam Kuramı ilk olarak farklı türden organizmaların birlikte yaşaması biçimiyle Alman bitki bilimcisi Antonde Bary tarafından 1873’te ileri sürüldü. Ki -hemen akla geliveren çok yaygın bir örnek kök mantarlarıyla bitkiler örneğidir- doğada bunu gözlemleyebileceğimiz örnekleri bulmak zor olmayacaktır. Sembiyogenez ise Rus bilimci Konstantin Merezkovski’nin (1855-1921) ortaya attığı bir görüştür. Ortak yaşamlı gerçekleşen bireşimler sonucunda yeni organların ve organizmaların oluşumu anlamına gelir. Lynn Margulis, Sembiyogenez’i “evrimin temel olgusu” olarak nitelemekte ve “bizim görebileceğimiz büyüklükteki her organizma, eskiden bağımsız olup, daha büyük bütünlere dönüşmek üzere bir araya gelmiş mikroplardan oluşur.” (age, sf. 48)demektedir. ‘70’li ve 80’li yıllarda moleküler biyoloji ve genetik alanlarında çok güçlü mikroskopların yardımıyla gerçekleştirilen çalışmalar bitki, hayvan, mantarlar ve diğer tüm organizmalardaki hücrelerin çekirdekli hücreler olduğunu, bunların kökeninde ise farklı bakteri tiplerinin belirli bir sıra ile birleşmesinin bulunduğunu göstermektedir. İlk yaşam formlarının oluşmaya başlamasından itibaren evrimin gerçekleşmesi ve evrimsel yeniliklerin (ki gelecekteki muhtemel evrimsel değişikliklerin de) açıklanma biçimi, evrimin modern bilimlerin geldiği son düzeyden bu açıklanışı, inorganik doğayı içerecek şekilde ekosistem oluşturan ilişkilerle birlikte gezegenimizdeki yaşamın ve tüm işleyişin sürekli bir hareket ve dönüşüm halinde olan tablosunu sunmaktadır. Maddeyi hareket halinde farklı formlarıyla, enerji dönüşümleriyle görüp kavramamızı sağlayan doğanın olduğu gibi dışarıdan hiçbir şey katılmadan anlaşılmasını olanaklı kılan açıklıkta bir tablosu!
Şimdi ortak yaşam, sembiyogenez, ekosistemleri ilişki ve bağıntılarıyla kanıtlayan bazı örnekler verelim. Aktarmalarımız L. Margulis’in Ortak Yaşam Gezegeni isimli kitabından olacaktır.
“Herkesin kabul ettiği gibi, çekirdekli hücrelerin doğuşu, yaşamın yeryüzündeki evrimi açısından çok önemli bir yenilikti. Çekirdek taşıyan mikroplar, oksijenden kaçınan küçük yüzücülerdi. Bunlar günümüzde protoktist alemi içinde sınıflandırılıyor. Bu çeşitlilik içeren grubun yaşayan en küçük üyeleri bakteriler kadar miniktir. Bunlar, oksijenin bulunmadığı yerlerde yaşamakla birlikte, çekirdeklere ve çekirdekli hücrelerin daha pek çok özelliğine sahip olması nedeniyle bakteri değildirler.” (age sf. 54)
“Ne olmuştu? Kuraklık, besin yetersizliği, zehirlenme ve diğer olası trajedilere hep açık olan hücre dışı ortamlarla karşılaştırıldığında, hücre içi ortamlar sulu ve bol besinlidir. Bir arke bakterinin zar engelini aşan her sproket (ya da başka bir yüzer bakteri) sabit bir enerji ve besin akışından yararlanır saldırgan ve saldırıya uğrayanın üreme hızları zamanla eşgüdümlü hale geldi. Hayatta kalabilen ve içinde yaşadıkları ortamı tamamen dolduran bu yüzer saldırganlar uzun süre yaşayamazlardı. Saldırganların ortak yaşar hale geldiklerini ve zamanla en sonunda organellere dönüşebildiklerini artık biliyoruz. Birleşmeler sonrasında yeni hayatta kalma becerileri gelişti.” (age sf. 54-55)
“Çekirdekli organizmaların birleşme yoluyla evrildiklerini en iyi bitkilerin büyük ve güzel hücrelerinde, onları oluşturan organellerin bütünleşmesi kolayca gözlenebilir. Buradaki düşünce son derece basittir. Eskiden birbirinden tamamen bağımsız ve fiziksel bakımdan ayrı olan dört ata belirli bir düzenle birleşti ve yeşil alg hücresini oluşturdu. Bunların dördü de bakteriydi. Bu dört bakteri türü, bugün bile anlayabileceğimiz bakımlardan birbirinden farklıydı. Bu dört farklı bakterinin ardılları, hem birleşmiş hem de serbest yaşar halde günümüzde hala mevcuttur.” (age, sf. 43)
“Günümüzde çoğu kişiye göre yaşam kendiliğinden üç kategoriye ayrılır: Bitkiler (besin ve süs olarak) hayvanlar (evimizde beslediğimiz hayvanlar, deniz ürünleri ve insanlar gibi) ve mikroplar (ortadan kaldırılması gerekenler). Bu görüşün yaygınlığı oranında tehlikeli olduğunu ne zaman anladığımı hatırlamıyorum; çok uzun zaman önce olmalı. Bu aşırı basitleştirilmiş kültürel zırvalıkları bin bir güçlükle ulaşılan bilimsel gerçeklere çok daha yakın kavramlarla değiştirmeye çalışıyorum. Bakteriler en az iki milyar yıllık bir kimyasal ve sosyal evrim geçirene dek, yeryüzünde ne bitki ne de hayvan vardı. Aslında, yalnızca hayvanlar ve bitkiler değil, mantarlar da yeryüzünün yeni canlılarıdır. Bitkiler de hayvanlar da sonsuz sınıflandırma kategorisi değildir. Hiçbirini Platoncu yeteneklere sahip kutsal bir zihin, bir seferde yaratmadı. Günümüzdeki bütün bitki ve hayvanlar dışında en azından üç başka yaşam biçimi daha var. Gerçek biyolojik çeşitlilik de işte burada hayvan ve bitki olmayan yaratıklarda yatıyor.”
“Hayvan ve bitkiler birbirlerine, yeryüzündeki diğer yaşam türlerine benzediklerinden çok daha fazla benzerler. Elektron mikroskobu ve her türlü organizma ayrıntısının incelenmesinde kullanılan yeni moleküler biyoloji yöntemleri sayesinde, yeryüzündeki yaşamın farklı türlerinin birlikteliğini artık çok daha iyi anlayabiliyoruz. DNA, ribonükleik asit (RNA), protein gibi uzun zincirli moleküller, yaşamı tam olarak tek bir standart ölçümüne göre incelememize olanak sağlıyor. Aristo öncesi dönemlerden beri hüküm süren büyük bitki-hayvan ayrımı artık çöküyor. Sınıflandırma sistemimizde kökten değişiklikler yapılıyor. Biyologlar mikropların zor koşullar karşısındaki dayanma güçleri, ortak yaşama dayalı evrimsel anlaşmalar içine girerek yaşamlarını sürdürme eğilimleri gibi akıllara durgunluk veren ayrıntılarını ortaya çıkarıyorlar.” (age. sf. 66-67)
“Öğretilebilir tek bir düzen; hücre morfolojisini metabolizmayı, genetiği gelişimsel biyolojiyi yansıtan evrime dayalı bir sınıflandırma sistemi istiyorduk. Apaçık ortadaydı; bitkilerin ve hayvanların hayatta kalma stratejileri farklı olsa da, büyük yapısal benzerlikleri vardır. Bitkiler de, hayvanlar da zorla çevrili çekirdeklerin içinde kromozomlar taşıyan hücrelerden oluşur. Her iki grup da yumurta, sperm ve embriyo üretir. 1969 yılında Science dergisinde çıkan makalesini ilk okuyuşumuzdan bu yana Whittaker’in beş alemli sistemi bize göre yaşamın engin çeşitliliğine yönelik evrimsel gruplardan gelen ataları vardı: Dev kahverengi algler, küçük sarı alglerden, cıvık mantarlar, amiplerden evrilmişti, büyük yeşil su yosunlarının atası ise günümüzde pek çok canlı örneği bulunan mikroskobik klorofit alglerdi. Büyük organizmalar, minik yakın akrabalarından ayrı tutulamaz.” (age. sf. 73)
“İki katmanlı (prokaryot-okaryot) beş alem taksonomisi, evrim tarihini çok yakından yansıtır. Bu nedenle de eski, yanıltıcı bitki-hayvan ayrımına göre çok daha üstündür. Önce bakteriler evrildi. Bunlar pek çok farklı şekle bürünerek dallara ayrıldı: Kırmızı, mor ve yeşil: Fermantasyon yapan, fotosentez yapan ve soluk alan; sülfit üreten ve oksijen üreten; oval biçimli ve çubuk biçimli. Ağaca benzer iri bakteriler bile gelişti. Ancak bakteriler yalnızca çeşitlenmekle kalmayıp birbirinin içini istila ederek orada barınmaya başladılar. Başka bakterileri de içeren besin kaynaklarının çevresinde toplaştılar. Bağışıklık sistemleri de kendilerini çevreleyen güçlü bariyerleri de yoktu, beslenmeye çalışırken içsel birleşmelere girdiler ve taşıdıkları virüslerle birlikte ya da onlarsız, gen alışverişinde bulundular. Çapraz saldırılardan kurtulanlar, tedirgin ateşkes anlaşmalarına girdiler. Eskiden bağımsız olan bakteriler birleştikten sonra yepyeni, karmaşık hücrelere dönüştüler. Türleşme başladığında bu karmaşık hücreler protist oldu. Minik protisitler ve kolonileri, çeşitli organizmalar içeren kocaman bir grup oluşturdular. Günümüzde 250.000 kadar canlı protoktist türü var. Soyu tükenmiş olanların sayısı bundan da fazla. Arkalarında bıraktıkları küçücük kalıntılar, yeni mikrofosiller, eskiden varolduklarını bildiriyor bize. Protoktistler, birleşen tek hücrelerle, erişkin birey oluşturan kuşakların birbirini izlediği, pek çok evrimsel döngüden geçen çekirdekli mikro organizmalardır. Kimi protoktistlerin ardılları sonunda eşeyli olarak üreyen bitkilere ve hayvanlara dönüştüler. Atalarımızdaki ortak yaşama dayalı bakteriyel eş evrim, protoktist öncüllerimize yol açtı. Her birimiz kocaman birer mikro organizma kolonisiyiz.” (age. sf. 76)
“Ekosistem biyolojik bakımdan önemli elementlerin geri dönüşümünü sağlayan en küçük birimdir. Karbondioksit “bağlanır”, kimyasal olarak besine ve cisme (organik karbon) dönüştürülür. Organik karbon solunur, tepkimeye sokulur ve çeşitli organik maddelere indirgenir ya da dönüştürülür. Sonunda enzimlerimizin ya da aldığımız derin soluğun bu organik karbonla tepkimeye girmesi açığa CO2 çıkarır. Bu anlamda karbon döngüsü gerçekleşir. Aynı şey” azot bağlayıcılar” aracılığıyla atmosferin hantal H2’sinden, aminoasitlerin yararlı N’sine dönüşen azot için de söylenebilir. Proteinlerden açığa çıkan aminoasitler azot atığına dönüştüğünde ve dönüşümlerden sonra havadaki N2 gazı haline geldiğinde, azot döngüsü tamamlanmış sayılır. Elementlerin döngüsü, ekosistemlerin, ekosistemlerin içinde kendi aralarındakine göre daha hızlı gerçekleşir, ancak hiçbir kimyasal madde tam olarak ayrışmaz.” (age. sf. 120)
“Çoğunlukla renkli olan kök mantarlar, mantarlarla bitkilerin kök dokuları arasındaki etkileşim aracılığıyla sembiyogenetik yoldan oluşurlar. Kök mantar topraktan aldığı fosfor ve azotla, bitki ortağına mineral besin sağlar. Bitki de mantar ortağına fotosentez ürünü özsu verir.” (age. sf. 122)
“Gerçekten de varolan bakterilerin yüzde 90’ında kök mantar ortak yaşarlar bulunur. Mantar artıklarından yoksun kalsalar tüm bitkilerin yüzde 80’inden fazlasının soyu tükenir. Hiper deniz hüküm sürüyor.” (age. sf. 125)
Bir ön fikir, bakış açısı oluşturmak için verdiğimiz örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ayrıca her birinin irdelenmesi de gerekmektedir ki, bunun ilgili bilim yönüne ilişkin değerli çalışmalarla ileri bir düzeye ulaşılmıştır.
Son bir nokta, örneklerimiz de gösteriyor ki, ilk yaşam formlarından yüksek karmaşık yapılara doğru gidişte gerçekleşen sembiyogenetik bütünleşmeler, çelişkili birliktelikler (bir aradalıklar) her ikisini de içerir, ikisi de olmayan yeni bir üst niteliğin ortaya çıkması biçiminde gerçekleşmektedir. Çevre koşullarıyla da sürekli bir etkileşim söz konusudur ki, bir aradalığı ve daha üst bir uyum sağlayabilmek için gelişme zorunluluğunu ortaya çıkaran bir etken de budur. Bununla birlikte, basit organizmalardan yüksek canlı yapılara doğru evrimin düz bir mutasyon süreci olmayacağı anlaşılır. Yaşamın yeryüzündeki gelişiminde çok önemli bir yenilik olan çekirdekli hücrenin oluşumu, oksijen soluma, organellerin oluşumu, en karmaşığı insan olan yüksek organizmalara doğru gelişen evrimin önceki kilit önemdeki sıçrama basamaklarıdır. Eğer çelişkili birliktelikler içerisindeki karşılıklı etkileşimler ve bunlardan yeni bir niteliksel düzeyin doğuşu olmasaydı, gelişkin karmaşık organizmalara sahip canlı yapılar da ortaya çıkmazdı.