Ağustos ayı, Türk Milleti’nin zaferler ayı. Ama aynı zamanda büyük Türk kahramanlarının da şehit oldukları bir ay. 4 Ağustos 2001 tarihinden itibaren Türk Dünyası Kültür Merkezi’ni süsleyen büyük Türk kahramanı Enver Paşa’nın resimleri de işte böyle büyük bir kahramanın anısını yaşatmaya çalışıyordu.
Genç Türkler Hareketi’nin hürriyet kahramanı İsmail Enver, 1880’de İstanbul’da doğdu. Genç bir subayken, Temmuz 1908’de ihtilalin muzaffer bayrağı ile Makedonya dağlarından iniyordu. O artık ordunun ve milletin yıldızı idi. Bu yıldız, onun başkomutan olarak girdiği Birinci Cihan Harbine dek parladı. Savaşın bilinen seyri ve ülkenin içine düştüğü acılar, onun da kaderini belirledi. Kısa ve yoğun bir hayata sığdırılamayacak kadar zafer ve yenilgiyi bir arada yaşadı. Enver Paşa’nın yaşamını sonlandıran, Orta Asya’daki ümitsiz mücadelesi bile, tarihimizde benzeri çok olan bütün arayışların, bir başka büyük örneği olarak yer aldı. Bu hareketi her ne kadar gerçeklerle çelişse de, Türk insanının ruhuyla çelişmeyen bir çıkış, bir atılış olarak hatıralarımızda anıtlaştı.
Enver Paşa, Orta Asya’ya koşarken, ona nice övgülerle, "Hakanların Hakanı, Padişahların en büyüğü" diye hitap edilmişti. Onun rüyalarını süsleyen; Gazneli Mahmut’ların, Babür Şah’ların, Timurların bile karşılaşmadıkları jeopolitik kanunlar, yaşanılan çağın ideolojik akımları, silahlı düşmanlardan daha tehlikeli ve güçlü olarak karşısına dikildiler. Üstelik; "Gökkubbe sağırdı. Buhara, Semerkant, Taşkent ufuklarında artık başka rüzgarlar esiyordu. Onun mihnetli günler yaşadığı Duşanbe çevresiyle, Kurgan-Tube, Baysun ve nihayet toprağa düştüğü Balcıvan illeri, geçmişe karşı hafızasızdı. Pamir dağları ise, haşmetli olmaktan ziyade, soğuk ve cesaret kırıcıydı..." (1)
Enver Paşa canı gibi sevdiği Türkistan’da sürdürdüğü özgürlük mücadelesinde son ümitlerini de yitirmişti. Önünde Rus ordularınca gerçekler, ardında Pamir dağlarının doruklarınca temiz idealler arasında kuşatılmıştı. İdeal ile gerçeğin, artık aşılması mümkün olmayan sınırına varmış, yol bitmişti.
Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa isimli eserinde, onun unutulmaz şahadet anını şöyle anlatır:
"Şimdi 4 Ağustos 1922 tarihindeyiz. Kurban Bayramı’nın birinci günüdür... Enver Paşa, maiyetinde kalanların, evin önünde toplanmasını ve onların bayramını kutlayacağını söyler. Toplanılır. Kalan askerlerine dualarını, tebriklerini bildirecek ve kendilerine bir miktar para verecektir. Asker başlarına ise, kendilerinin de bildikleri gibi, onlara sunacak bir şeyi olmadığını söyleyecek ve bu müşterek mücadelelerin hatırası olarak kendilerine, kendi mühür ve imzasıyla birer belge, hatta rütbeler verecektir.
Balcevan Beyi Devletment Bey de Enver Paşa’ya , altın ve gümüş işlemeli bir çapan, yahut ipekli cübbe ile bir sarık hediye etmiştir. Hulasa herkes bu hüzünlü Kurban Bayramının havası içindedir. Çünkü bilinir ki bu günler, artık son beraberlik günleridir. Arkadan ve çevreden ise düşman ilerler. Doğudaki Pamirler yol vermez karlı dağlardır. Kesilen kurbanların toprağa akan kanları, hala tazedir.
İşte tam bu tören sırasındadır ki doğuda, vadinin dere-i Hakiyan kısmı ile Çeğan tepesi istikametinden silah sesleri gelir. Bu bir baskındır ve tören yerindeki kalabalık, baskıncıların makineli tüfek ateşleri altında eriyebilir.
İşte o anda Enver Paşa, hemen atına atlar. Dört beşi Osmanlı Türklerinden olmak üzere 25 kadar atlı, hemen onu takip ederler. Doğru Çeğan Tepesi’ne yönelinir. Çegan, Abıderya suyunun kuzey sırtlarına düşer. Altta, Dere-i Hakiyan vadisi uzanır. Çeğan, Balcevan’a (yahut Belh-i Cevan) 15 kilometre kadar doğudadır. Tepede mevzilenmiş ve makineli tüfekleri bulunan bir düşman müfrezesine karşı aşağıdan, vadiden ve ancak atlar üstünde çekilmiş kılıçlarla, azlık bir nevi fedai süvari grubunun saldırıya geçişinin sonu bellidir. Ama Enver Paşa en öndedir. Atını yıldırım gibi sürer. Kılıcıyla havayı yararak koşar. Yanındakiler de ondan geri kalmazlar.
Bir Kumandanın, bir Başkumandanın, bir baskın müfrezesine karşı en önde ve atla, kılıçla karşı çıkışı, askeri savaş usullerine sığmaz. Ama burada artık askerlik değil, yolun sonu, son hamle ve beklenen sonu arayış konuşacaktır. Bu son ise, ölüm ve şahadettir...
Şimdi bütün yollar kapalıdır ve 1908’de Makedonya dağlarında başlayan serüven artık Himalaya dağlarının kuzey silsilelerini teşkil eden Pamir eteklerinde, yiğitçe sona erecektir.
Öyle de olur. Ceğan tepesinde ve Kulikov kumandasında ateş saçan mitralyözlerin üzerine, yalın kılıçlarla hücum eden bu 25 kadar süvarinin akıl almaz saldırısı, karşı tarafta, hatta şaşkınlık da yaratır. Bu kılıçların altında yaralananlar, teslim olanlar bile olur. Öndeki mitralyöz susturulmuştur bile, ama ateş kesilmez ki. Daha arkadaki ikinci mitralyöz, ateşini, huzmesini, en önde ilerleyenlerin üzerinde yoğunlaştırır. Bunların en önünde de, Enver Paşa vardır. Böylece, çağdaş Mitralyöz, ortaçağın ünlü silahı olan kılıcı yener. Enver Paşa vurulur. Atından düşer. Onunla beraber diğerleri de yerlere serilirler. Paşanın kır atı Derviş, bütün bu tür sahnelerde olduğu gibi, efendisinin baş ucundadır. Ama mitralyözün şeritleri ateşlerini kusmaya devam ederler. Derviş de önce ön iki ayağı üzerine çöker. Sonra yana devrilir. O da son nefesini vermiştir.
Çeğan tepesine arkadan kalabalık yardımcılar gelemez. Abıderya panik içindedir. Ama Doğu Buhara Beylerinin en vasıflısı, en sadık olanı ve en yiğidi olan Balcevan Beyi Devletment, köye biraz geç yetişmiştir. Paşasının Çeğan’a saldırdığını öğrenince, hemen atına atlar. Son sahneye yetişir. Ve Devletment Beyin de cesedi, bu tepede Paşasının biraz berisinde toprağa serilir." (2)
Bu büyük kahraman asker, 42 yaşında, Türklük ideali uğrunda şehit düştüğü Türkistan topraklarında, diğer şehitlerle birlikte, Abıderya Suyu kenarında ve vadisindeki Abıderya köyünde, bir pınarın başındaki ceviz ağacının altına gömülür ve Türkistan, yeniden özgürlüğüne kavuşuncaya dek burada inatla bekler. İdeallerinin gerçekleştiğini görünce de, ebedi istirahatgâhına çekilmek üzere, İstanbul’a getirilir. Tören sırasında onu yeniden toprağa vermek üzere mezarına inen Ayvaz Gökdemir; bu büyük kahramana ait naaşın 70 yıldır hiç bozulmadan kaldığını görür. Şehitlerle ilgili olarak söylenen bir mucize daha gerçekleşmiş, Şehid Enver Paşa’nın naaşı da bozulmadan doğduğu yere dönmüştür...
(1),(2) Makedonya’dan Orta Asya’ya ENVER PAŞA, Şevket Süreyya Aydemir, 3.cilt, 1972 İstanbul
ALINTIDIR.