Sayın ADAM ;
Prof.Dr.Kerem Doksat hocamın kendi internet sitesinden cinsellik konusundaki derlemesini sunuyorum. Benim size anlattıklarımın bilimsel isbatı da diyebiliriz.
CİNSEL SAPMALAR
Bâzı Temel Kavramlar“Sex, sexuality” kelimelerinin tam karşılığı “eşey: tenasüliyet”tir; “gender” ise “cinsel(lik), cinsiyet” anlamına gelir. Günlük jargonda ise cinsel ve cinsellik terimleri sıklıkla hem “sexual” hem de “gender” karşılığı olarak kullanılmaktadır (tıpkı araz teriminin -yanlış olarak- hem symptom hem de sign karşılığında kullanıldığı gibi). Bir insanın cinsel hayatını bilimsel perspektifle anlayabilmek için belli temel kavramların, doğru terimlerle de ifâde edilerek, iyi bilinmesi gerekmektedir. Cinsel işlevler ve onların ârızalarıyla (cinsel işlev bozuklukları), cinsel davranış ve yönelim bozukluklarını (cinsel sapmalar) birbirine karıştırmamak gerekir. Cinsel işlevler normâl, sağlıklı bir cinsel hayat için gerekli olan bedensel ve psişik faâliyettir: Dürtü (drive), uyarılma (tahrik olma: erkeklerde ereksiyon ve prostatik salgıların gelmesi, kadında da klitoral ereksiyon ve ıslanma), plato (ön sevişme, arzunun sürmesi), orgazm (erkekte ejakülasyonla karakterizedir) ve sönme (rezolüsyon, heyecanın dinginleşmesi) safhalarından oluşur. Bu faâliyetle ilgili bozukluk ve aksamalar ayrı bir konudur ve bu bölümde anlatılmayacaktır.
Kimlik (hüviyyet, identity) kavramı seksolojide belli açılımlara ayrılarak incelenir:
1. Eşeysel Kimlik (Sexual Identity, Tenâsülî Hüviyyet): Kişinin genotipik etkilerin de sonucunda, fenotipik yâni biyolojik açıdan hangi cinsiyete âit olduğunu ifâde eder. Normâl bir erkeğin XY kromozomları, testisleri, penisi, yetişkinlikte erkeklere özgü kıllanma şekli ve adale-iskelet sistemi vardır. Normâl bir kadının da yumurtalıkları, vajinası, klitorisi, yetişkinlikte kadın tipi memeleri, kıllanması ve adale-iskelet sistemi vardır.
Bâzı kromozom anomalileri ve hastalıklar eşeysel kimliği bozar: Turner sendromu (X0 kromozom defekti), yalancı ve gerçek hermafroditizm, çeşitli kromozom anomalileri (XXX, XYY, XXY gibi; Y0 hayatla kaabil-i telif değildir), androjen duyarsızlığı sendromu (eski ismiyle “testiküler feminizasyon”), Reifenstein sendromu (tam olmayan androjen duyarsızlığı sendromu), testesteron senteziyle ilgili enzim defektleri (msl. 5-alfa redüktaz eksikliği) bunlar arasında sayılır. Hermafroditizm her iki cinsiyete de özgü özelliklerin aynı bireyde bulunması durumudur.
Yalancı hermafroditizmde genetik açıdan da, fenotipik açıdan da cinsiyet bellidir ama genital organların şekillenmesinde bir ârıza meydana gelerek, meselâ, normâl erkek organlarının yanısıra, aksesuar-rudimanter bir vajina gelişmiştir. Gerçek hermafroditizm ise çok ender rastlanan bir durumdur, her iki cinsiyete âit organların da tam teşekkülü söz konusudur ve bu klinik tabloya genetik mozaiklik de refakat edebilir (XY-XX mozaiği gibi) ama ekserisi 46XX karyotipine sâhiptir. Her hâlükârda, böyle vak’aların en kısa zaman içerisinde tıbbî değerlendirilmelerinin yapılıp, cerrahî müdahaleyle en uygun düştükleri eşeysel kimliğe kavuşturulmaları gerekir. Aksi takdirde, yaş ilerledikçe, ciddi psikososyal intibak sorunları yaşarlar.
Turner sendromlu (46X0 karyotipi) çocuklar çocuksu, küçük kız görünümlerini korurlar ve genellikle rudimanter bir vajinaları vardır; kız olarak yetiştirilmeleri en uygunudur.
Androjen duyarsızlığı sendromu (testiküler feminizasyon) vak’aları ise ciddi psikosoyal, hâttâ psikolegal sorun oluştururlar. Bunlarda testisler fibrotik bantlar hâlinde batında veya inguinal kanalda bulunur; genital organlar hâriçten bakıldığında normâldir ama muayenede vajinanın tam gelişmediği ve kör bir sona sâhip olduğu, uterusun veya fallop tüplerinin olmadığı tesbit edilir. Primer amenore en önemli ipucudur. Evlendirildikten sonra, çocuğu olmadığı için muayeneye götürüldüğünde teşhis edilen pek çok vak’a vardır. Cinsel yönelimleri genellikle normâl kadınlarınki gibidir. Reifenstein sendromunda (tam olmayan androjen duyarsızlığı sendromu) testisler çok küçüktür, hipospadias ve jinekomasti vardır. 5-alfa redüktaz enzimi eksikliğinde ise genital yapılanmada belirsizlik, kız gibi yetiştirilme ama ergenlik döneminde virilizasyon görülmesi tipiktir (bu sendromun form fruste, çok daha hafif şekillerinin hemcinsselliğin ortaya çıkmasında rolü olabileceği düşünülmektedir). Kromozom mozaisizmini de katarsak, bu gruptaki bozukluklar başlıca erkek yalancı hermafroditizmi sebeplerini oluştururlar.
Dişi yalancı hermafroditizmine yol açan durumlarda ise dişi karyotipine eşlik eden belirsiz veya eril genitaller tipiktir. Konjenital adrenal hiperplazi en sık rastlananıdır. Muhtelif otozomal resesif enzim defektlerince ortaya çıkabilir. ACTH fazlalığı ve adrenal hiperplazi tipiktir. Bunlarda çocukken “erkek Fatmalık” davranışı, yetişkinlikte de biseksüel veya hemcinssel fanteziler veya yönelimler sıktır. Benzer tablolara androjen salgılayan tümörlerde ve gebelikte annenin androjen kullanması durumlarında da rastlıyoruz.
2. Çekirdek cinsel kimlik (core gender identity), eşeysel kimliği ne olursa olsun, kişinin kendisini hangi cinsiyete âit olarak hissettiğidir. İki üç yaş civarında (fallik dönem başları, aşağıya bakınız) kesinlik kazanır.
3. Cinsel rol kimliği veya cinsel rol davranışı (gender rol identity / behavior) ise, yetiştirilme ve kültürün de etkisiyle, çocuğun hangi cinsiyetin davranışlarını sergilemeyi tercih ettiği anlamına gelir -ki, beş yaş civarında kesinleşir. Bu iç içe temel kimlik hissindeki sapmalar Cinsel Kimlik Bozuklukları’na, transseksüalizme varan patolojilere yol açar.
4. Cinsel yönelim veya cinsel tercih (sexual orientation / preference) ise cinsel haz ve tatmin nesnesi olarak neyin tercih edildiğidir. Cinsel yönelimin netleşmesinde hür iradenin rolü çok tartışmalı olduğu için, “tercih” terimi pek doğru kabûl edilmemekte ama popüler yayınlarda çok kullanılmaktadır. Hemcinssellik (eşcinsellik: homosexuality), parafililer bu kavrama âit sapmalardır. Ortaya çıkmalarında natürel (doğuştan getirilen, doğal), nurtürel (eğitimle, terbiyeyle sonradan kazanılan) ve kültürel (bu da nurtürün bir parçasıdır ama görgünün oluşmasında özel rolü vardır) pek çok faktör rol alır.
Bu noktada, psikanalitik kuramdan ve fallik dönemden kısaca bahsetmek gerekiyor. 3 yaştan 5–6 yaşa kadar ilgi ve haz odağı cinsel organlar (erkeklerde penis, kızlarda klitoris) hâline gelir ve bu yüzden FALLİK DÖNEM (phallus: erkeklik organının sembolizmi) adı verilir. Çocuksu mastürbasyon ve cinsel organlarıyla oynama davranışlarına bu dönemde sık rastlanır, aşırıya kaçmadıkça müdahale etmemelidir. Eğer patolojik düzeyde ise, kural olarak anne-çocuk ilişkisinde ciddi çatışmaların mevcudiyetinden ve sevgi eksikliğinden şüphelenmek gerekir. Ayrılma ve bireyleşme süreci çoktan tamamlandığı için, çocuğun libidosunu yatıracağı sevgi nesneleri aranır. Başlarda doğrudan oto-erotik vasıflı olan zihinsel uğraşı, zamanla en yakın ve kolay ulaşılır sevgi nesneleri olan anne ve/veya babaya yönelir -ki, bunun sonucunda, aşağıda bahsedeceğimiz, 3–5 yaş civarında Oedipus kompleksi yaşanır.
Freud, bilmeden öz annesiyle evlenip sonradan intihar eden Kral Oedipus’un hikâyesinin anlatıldığı meşhur tragedyadan ilhamla, bu döneme bu ismi vermiştir. Bu safhada kız çocuğunda babaya, oğlan çocuğunda da anneye karşı çocuksu bir aşk yaşanır. Çocuk, gelişmekte olan süperegosunun baskısıyla bu duygularından dolayı suçluluk duyar; erkek çocuklar babalarının kendilerini cezalandırmak için penislerini kesip iğdiş edeceğinden korkar (kastrasyon anksiyetesi), kızlar ise zaten böyle bir muameleye tâbi tutuldukları için penislerinin olmadığını düşünerek ve oğlanlara özenerek bir penise imrenme ve ona haset etme (penis envy) hissederler. Eğer iyi bir yaklaşımla çocuğun bu dönemi travmatize olmaksızın atlatması başarılırsa, kız çocuk anneyle, erkek çocuk da babayla özdeşleşir ve onu benimser (identification: Bu kelimenin karşılığı olarak çeşitli eserlerde özdeşleşme, özdeşim kurma, özdeşleşim gibi terimlerin kullanıldığını görüyoruz. Son iki tânesi Türkçe olarak hatalı; tek başına özdeşleşme terimi ise, identification kelimesinin taşıdığı anlamı tam veremiyor. Bu sebeple, identification karşılığı olarak “özdeşleşme ve benimseme” veya “özdeşleşme-benimseme” şeklinde iki kelimelik bir tamlamanın kullanılmasının daha doğru olacağı düşünülebilir) ve ödipal düşünceler bilinçdışına atılır ama bir yere kaybolmazlar ve “zamanlarını beklerler”. Burada, psikanalitik teoride de, tıpkı doğa bilimlerde olduğu gibi, bir enerjinin korunumu prensibi olduğunu görürüz. Yâni hiç bir şey yoktan var olmadığı gibi (nedensellik ve determinizm [gerekircilik] prensipleri), bir yere de kaybolmamakta, yer ve/veya şekil değiştirerek muhafaza edilmektedir. Ödipal karmaşanın aşılması için erkek çocuğun annesine yaptığı kateksisin (duygusal yatırımın) geri alınması gerekmektedir; bu da ya babayla ya da anneyle özdeşleşme-onları benimseme yoluyla olur. Freudien perspektifle bakıldığında, çocuk özdeşleşme-benimsemesini mutlak bir ebeveynle değil, “daha ziyâde bir tanesiyle” gerçekleştirir. Eğer erkek çocuk dominan (baskın) olarak babayla, kız çocuk da anneyle özdeşleşip-benimserse sorun olmaz ama psikanalitik anlamda, mutlak erkek veya mutlak kadın yoktur. Hepimizin içerisinde öbür cinsiyetle bir miktar özdeşleşme-benimseme ve biseksüalite yatar. Bir erkek çocuğun babasına karşı saldırganca bir hareketini analiz ederken, bunu sırf annesine karşı duyduğu âşıkâne hislerle değil, derinlerinde taşıdığı dişilik eğiliminin (disposition) etkisiyle babasına karşı dişil (feminen) bir tepki göstermenin de söz konusu olabileceği akla gelmelidir. Bâzen içindeki bu dişil tepkisellik babaya değil anneye yönelebilir, buna negatif Oedipus kompleksi denir. Hepimizin potansiyel biseksüeller olduğu fikri çeşitli kaynaklardan hücumlara mâruz kalmıştır ama “içimizdeki karşı cins” kavramıyla ilgili olarak, en azından, biyolojik açıdan kesin birkaç husus söz konusudur: Her iki cinsiyette de diğerinin hormonları, şekilsel ve işlevsel karakterleri var. Meselâ erkekte de, kadında da cinsel arzunun tetikleyicisi erkeklik hormonlarıdır, klitoris âdeta bir mikropenis gibidir vs. Jung’un arketiplerinin en önemlilerinden ikisi de içimizdeki erkek ve kadındır (anima ve animus). Babaların oğullarıyla yaşadıkları, benzer dinamiklerle ama tersine işleyen bir süreç de Tersine Oedipus Kompleksi adını alır. Burada bir nev’i enfantisid (infanticide: bebek öldürme) veya filisid (filicide: çocuk öldürme) söz konusudur. Psikanalitik düşünüşe göre, bu eğilimin altında babanın kendisinin çözememiş olduğu ödipal takıntıları yatmaktadır. Sâdece korsanlıkla geçinen Fenikeliler’in, Kartacalılar’ın âyinlerle toplu filisidler yaptıkları, Kadim Sparta’da sakat veya zayıf çocukların ölüme terk edildikleri, Câhiliye Devri Arapları’nın özellikle kız çocuklarını diri diri kuma gömerek katlettikleri tarihî birer olgudur. İnsanlık tarihi boyunca pek çok kültürde bebeklerin, çocukların, bâzen de ergen bâkirelerin “tanrılara” kurban edildiklerini biliyoruz. Daha sonra, bu arketipal diyebileceğimiz eğilim, Yahudi mitolojisine Abraham’ın oğlunu Yehova için kurban etmeye hazır olması efsânesiyle ifâdesini bulmuştur. İslâm’da da Hz. İbrahim adıyla peygamber olarak kabûl edilen bu efsanevî-tarihî şahsın tam oğlunu Allah için kesecekken, onun yerine gönderilen koçun yavrucağın yerine kurban edilmesi hâdisesi ile bu sacrification konusuna bir nokta koyulmuştur. Recep Doksat, harplere sebep olan, milyonlarca gencin ve masum insanın ölmesinde karar verici rolü üstlenen militer ve çoğu da psikiyatrik açıdan bozuk pek çok tarihî liderin ya baba olmadıklarına ya da çok problemli kişiler olduklarına dikkat çekerek, bu davranışın altında yatan, yukarda bahsettiğimiz “tersine Oedipus Kompleksi” terimi yerine Hz. İbrâhim kompleksi terimini teklif etmişti. Bu noktadan hareketle, babalığı tatmamış veya yoğun ödipal sorunları olan liderlerin daha kolay savaş kararı verebilecekleri öngörülebilir.
Görüldüğü gibi, özdeşleşme-benimseme ak-kara, %100 matematik bir denklem gibi değildir. Bu süreç içerisinde kız çocuk babasının belli bir yönüyle, annesinin başka taraflarıyla özdeşleşip benimseyebilir veya tersi de görülebilir. Özellikle tuttuğunu koparan, öfkeli, saldırganca karakterler taşıyan ama bunun dışında hiç bir cinsel sapmanın veya bozukluğun söz konusu olmadığı kadınların ruhsal tahlilleri dikkatli bir şekilde yapıldığında, hem sevip hem de kızdıkları (yâni ambivalan oldukları), benzer özelliklere sâhip bir babalarının olduğunu keşfedersiniz. İçe attıkları (introjection) bu sevgi nesnesinin kuvvetli, muktedir ve de ürkütücü tarafıyla özdeşleşmişler (saldırganla özdeşleşme-benimseme: identification with the aggressor), annelerinin ise müşfik, sevecen özelliklerini benimsemişlerdir. İçinde bulundukları durumun ve ilişkinin şartlarının gerektirdiği şekilde bu örgütlenmenin bir kısmı kendini gösterir. Cinsel ve duygusal hayatında son derecede “dişil” ve verici, yumuşak olup da, işte etrafına kan kusturan pek çok kadın mevcuttur. Erkeklerden benzer tipik bir örnek de Türkçemiz’de kılıbık diye vasıflandırılan tiplerdir; meslekî ve toplumsal hayatta birer canavarken, karılarının karşısında süt dökmüş kedi gibi olurlar. Evde terör estiren ama dış dünyada ürkek ve çekingen davranan kişiler için de benzer tahliller yapılabilir.
Fallik dönem özellikleri arasında çekirdek cinsel kimliğin (core gender identity) ve cinsel rol kimliğinin (gender rol identity) şekillenmeye başlaması, inisiyatif ve meraklılık duygularının gelişmesi sayılabilir; fiksasyon durumunda ise bunlarda patolojiler görülecektir. Oedipus kompleksini hâlleden çocuk kimlik gelişimini tamamlayarak omnipotan-grandiyöz-narsisist bir psişik yapıya ulaşır ve latans dönemine girer. Fallik dönemle ilgili ilginç bir yorum da Phyllis Greenacre’nin 1964’de ortaya attığı şu fikirlerdir (okuyacaklarınızın ve dinî, mistik, artistik yaşantıların biyolojik substratlarının aynı serebral bölgeler -limbik sistem ve özellikle de amigdala- olmasıyla paralelliği ilgi çekicidir):
«Enspirasyon (inspiration) soluk almak ve ilham, vahiy anlamlarına gelir ve doğum, ölüm, yeniden doğma fantezileriyle yakından ilgilidir. Bu ilâhî, mistik yaşantılar ontojenik açıdan üç özel hâlde yaşanabilmektedir: 1) fallik dönemde, 2) dinî-mistik vecd hâlleri ve vahiy yaşantılarında, 3) artistik yaratıcılık esnâsında. Çocuk fallik aşamaya geldiğinde kendi varlığını dışarıdan tanımaya başlar. Nefes alma (inspiration) ve verme (expiration) sırasında mumu söndürebilir, camda buğu oluşturup bunu eliyle silebilir. Bunları gerçekleştirirken kaka yapma, gaz çıkarma esnasında da çalışan karın adaleleri de kasılır. Dışkısını artık serbestçe yapabilmekte, önceleri hoşlandığı kokusundan artık hazzetmemekte, çevresindeki nesneleri iyi veya kötü olarak değerlendirebilmektedir. Bir yandan yürüyebilme, sıçrayabilme gibi bireysel, bir yandan da rüzgâr ve bulutların hareketleri, gölgeler, dalgaların hareketleri gibi dış dünyadaki esrarengiz hadiseler onun ilgisini çeker ve varoluşunu hissetmesini sağlar. Rûyaları, gerçekle hayâl arasındaki farkı anlamasına yardımcı olur. Erkek çocuk, adaleleri de geliştikçe, penisinin ereksiyon kapasitesini gerek günlük hayatında, gerekse uçma, uçurtma uçurma, yükseklere taş atma gibi imajlarla rûyalarında fark etmeye başlar. Bunun doğal sonucu olarak yapılan mastürbasyonlar ise korkuyu doğurur. Anal dönemdeki “yanlış bir şey yapma” endişesinin yerini, fallik dönemde “felâkete yol açma” düşünceleri (küçülme, kaybolma, babası tarafından kesilip atılma gibi) alabilir. Yâni, bu dönemde fantezilere ve fantastik idraklere, yorumlara büyük bir eğilim vardır». Bir de bunlara Oedipus kompleksini hâlleden çocuğun kimlik gelişimini tamamlayarak omnipotan-grandiyöz-narsisist bir psişik yapıya ulaşmasını ekleyin… Ersevim, bu fikirlerden de hareketle, en az erkekler kadar, hâttâ onlardan daha zeki olmalarına rağmen, kadınların -genel olarak- san’atta ve bilimde erkekler kadar başarılı olamamalarını, hemen bütün dinî-mistik liderlerin, peygamberlerin, ermişlerin erkek olmalarını “ereksiyonlu bir penise sâhip olmadıklarından dolayı aktif bir fallik dönem geçirememelerine” bağlamakta, günümüzün politik liderlerinin ekserisinin erkek olmasını da, onların yaratıcılıklarından ziyâde ve ulusal geleneklerin ötesinde, oral ve anal aşamaları geçememiş kişiler olmalarıyla izah etmektedir. Bu psikanalitik görüşlerin bu bölümün yazarının kendi kanaâtlerini aynen yansıtmadığını, okuyacaklarınızı “elçiye zeval olmaz” esprisi içerisinde değerlendirmenizi hatırlatmakta fayda görüyorum. Psikanalizin her şeyden önce bir teori olduğunu, kendi içerisinde tutarlı -ve oldukça da esnek- bir düşünce sistematiği getirdiğini, bu mentalite içinde varılan kanaâtlerin illâ ki objektif realiteyi ifâde etmesinin hiç gerekmediğini vurgulamakta fayda var. Ama psikoseksüel gelişimin ve cinsel sapmaların çok iç içe olgular olduklarını da göz ardı edemeyiz.
Cinsel Sapmalara Farklı Bir Bakış
Eşeysel kimlikle ilgili bozukluklardan yukarıda bahsetmiştik. Cinsel davranıştaki anormalliklerin sapma – sapkınlık (diversity) olarak ele alınması ve sapıklık – sapık (perverse – pervert) kelimelerinin kullanılmaması önem taşır. Sapıklık terimi toplumsal ve öznel (subjective) tercihleri, eğilimleri de kapsayan ve tepkiselliğe kapı açan ahlâkçı (moralist) bir anlam taşımaktadır. Sapma ise, daha evrensel, herkes için geçerli, nesnel (objective) ve dolayısıyla da bilimsel bir imâya sahiptir. Gene de, hangi davranışın neden ve neye göre sapma veya normallik çeşitlemesi olduğunun genel-geçer bilimsel bir tanımlamasının yapılması hâlâ tartışılan, taşların yerine tam oturmadığı bir konudur. Ahlâkın (hem genel ahlâk yâni morality, hem de özel ahlâk yâni ethics), mânevî kodların, başta cinsel sapmalar olmak üzere, çeşitli davranış farklılıklarının neden dinlerce günah, yasalarca suç, toplumca ayıp telâkki edildiğinin bilimsel izahı nedir? Çocuklara cinsel ve fiziksel tâciz gibi davranışlar bütün dünyada suç ve topluma karşı davranışlar olarak kabûl edilir, hele fücur (incest: yakın akraba arasında cinsel ilişki) ve pedofili (küçük çocuklarla cinsel ilişkiye girme) cinsel istismarın ve sapmanın en ağır boyutu olarak görülür ve günümüzde de hâlen çözümlenmemiş bir insanlık sorunu olarak önemini sürdürmektedir. Hangi bilimsel teori çocuklarımızla ve çocuklarla cinsel ilişkiye girmeyi lânetlediğimizin sebebini izah edebilir?
Gerek cinsellik gerekse saldırganlıkla ilgili beyin devreleri tâ amigdala ve limbik sistemden başlayarak diğer MSS bölgelerine son derecede paralel uzanmaktadır; psikanalitik kuramla iç içe giren bu ilginç biyolojik olgunun altının çizilmesi önemlidir çünkü bu en temel iki içgüdüsel dürtü ve onlarla ilgili davranışların düzenlenmesi türün devamı ve sıhhâti açısından olmazsa olmaz bir ehemmiyet taşır! Psikiyatriye oldukça önemli açılımlar getiren sosyobiyoloji ve adaptasyonist yaklaşımın önemli isimlerinden McGuire ve Troisi sosyobiyolojinin psikiyatriye beş temel alanda etkisi olduğunu ileri sürmüşlerdir: 1) Davranışın adaptif önemine vurguyla, normâl ve anormâl davranışlar arasındaki ayırımı netleştirmek; 2) Biyoloji ve toplumsal davranış arasındaki özel ilişkileri dikkate alan yeni etiyolojik modeller oluşturmak; 3) Adaptif değerlerini dikkate alarak, psikopatolojik mekanizmaları daha iyi anlamak; 4) Bir psikiyatrik bozukluğun kendi içindeki değişkenleri daha iyi anlayabilmek için işlevsel kapasite üzerine daha fazla odaklanmak; 5) Mevcut diğer modelleri bütünleştirmek. Evrimsel psikiyatriye göre, bâzı bozukluklar adaptif stratejinin ürünüdür. Bir bozukluğun tezahürlerinden bâzıları, doğrudan insan bedeninde ortaya çıkan defektlerdir. Sarılık veya nöbet gibi semptomlar/belirtiler buna örnek olarak gösterilebilir ve adaptif değerleri yoktur. Bâzı tezahürler ise, bozukluğa karşı geliştirilen savunmalar veya hatalı savunmalardır. Komplike olmamış yas (mâtem) tepkilerini “tedavi etmek” kişilere yarar değil zarar verecektir çünkü adaptif süreç (kaybedilen nesnesiz yaşamayı öğrenme) kırılacaktır. Kısa sürede düzelen Anoreksiya Nervoza vak’alarında, bu durumun, kadınlar tarafından erkek partnerin bulunma ihtimalinin düşük olarak değerlendirilmesi sonucunda olgunlaşma, üreme ve eş seçimi süreçlerini erteleme stratejisi olarak kavramlaştırılabileceği ileri sürülmüştür. Postmenapozal bir kadında erotomanik hezeyanların ortaya çıkması da, üreme işlevinin kaybının telâfisi olarak yorumlanabilir.
Biyolojik olarak hepimizin beyinlerinde psikiyatrik hastalıklara, saldırganlığa ve suç addettiğimiz davranışlara bizi sürükleyecek modüller, ağlar tâ doğuştan itibâren mevcuttur. Yâni, şu veya bu yönde sapmaya eğilimli dolu tabancalar olarak dünyaya gelmekteyiz. Bâzen tabanca çok dolu olduğu için, bâzen de çevresel zorlayıcılar çok şiddetli olduğu için tabanca patlamaktadır. Bunları dizginleyen bütün üst-yapı kurumları da uzun bir toplumsal/kültürel evrimle şekillenmişlerdir. Eski Mısır’da sâdece Firavun âilesi için fücura “cevaz” verilmesi gibi “kanın sâfiyetini korumak” amaçlı istisnâlar dışında, bu davranış bütün insan cemiyetleri tarafından ayıp, hukuk tarafından suç, dinler tarafından da günah telâkki edilmiştir. Muhtemelen, 8–10 bin sene öncesinden önceki pek uzun kültürel evrim boyunca, tam bir panseksüalite yaşanmaktaydı (belli bir toplumsal harem sistemini koruyan başat erkeğin kontrolü altında olmak üzere, çoğu memelide ve bütün primatlarda böyledir) ama yakın akrabaların çocuklarında sakatlıklar çok görüldüğü ve çocuklarla cinsel ilişki de türün devamını sağlayıcı işleve sâhip olmadığı -hâttâ kösteklediği- için, böyle davrananlar doğal ayıklanmaya mâruz kaldılar; zamanla bunu yapmamayı toplumsal davranış örüntüsü hâline getiren kabileler ise klanlaşarak totemizme geçtiler. Aynı toteme tapınan bu atalarımız kendi aralarından evlenemedikleri için, başka klanlardan kız almak için onlarla önceleri savaşma, zamanla da karşılıklı özgecilik (karşılıklı diğerkâmlık: reciprocal altruism) ve işbirliği kurmayı öğrenerek bağlanma sistemlerini (attachment systems) geliştirerek daha da evrimleştiler, kaynak tutucu potansiyelleri (kavgada kazanma gücü) arttı. Ama bu “sapıkça” eğilimler genomumuzun bir yerlerinde, disfonksiyonel fakat fırsatını bulunca ortaya çıkan birer davranış modu olarak kaldılar. Âile içi barışın ve hiyerarşinin korunmasında hemcinssel davranışın böceklerden insanlara kadar bütün hayvanlarda, özellikle de memelilerde ve primatlarda var olageldiğini görmekteyiz; muhtemeldir ki, gereksiz “çapkınlıklara” engel olduğu için özellikle başat erkek tarafından bir dereceye kadar müsamaha ile karşılanan bu davranış evrimsel olarak da süregelmiş, insanlarda da varlığını sürdürmüştür; kaçınılmaz olarak da, tam anlamıyla hemcinssel bireyler bütün popülasyonun sâdece küçük bir kısmını oluştururlar (maymunlarda da, insanlarda da %4 kadar). Yeni yaşama alanı için harp edip orayı istilâ eden pek çok memeli ve primat türünün, önceki topluluktan kalanları ya kovdukları ya da öldürdükleri (özellikle de dölleyici olan erkek bireyleri, dişileri ise bâzen haremlerine katarlar) bir hakikattir; aynı olgu, hem de 20. yy’de, insanoğlu tarafından sergilenebilmektedir.
Evrimsel teori bilimsel gelişim içindeki yerini iyice bulacak ve “ruh hastalığı”, “normâl dışı davranış”, “suç”, “ayıp”, “günah” ve “cinsel sapma” gibi kavramlara yeni bir açılım getirecek, teşhis, tedavi ve ceza kavramlarını da modifiye edecektir. En önemlisi de, diğer pek çok indirgeyici kuramı (davranışçı, analitik, bilişsel vs…) bir çatı altında toplayabilmemize imkân verecektir.
Hemcinssellik
Homoseksüalite karşılığında Türkçe kaynaklarda eşcinsellik terimi kullanılmaktadır. Dilimizde aynı cinsiyetten kişiler için “hemcins” denir ama “eşcins” denmez; bu sebeple, eşcinsellik yerine hemcinssellik terimini teklif ediyor ve kullanıyorum. Hemcinssellik günümüz psikiyatrisinde bir hastalık olarak görülmemektedir. Gerçek hemcinsellikle, ergenlik döneminde, temerküz kampları, hapishâne hayatı sırasında yaşanabilen gelip geçici hemcinssel yaşantılar farklı ele alınmalıdır. Gerçek hemcinssellerde bu eğilim ve “kız gibi olma, kırıtkanlık”, “erkek Fatmalık” ta küçük çocukluk yaşlarında itibâren dikkati çeker ve tedavi de edilemezler. Reifenstein sendromunun (tam olmayan androjen duyarsızlığı sendromu) veya 5-alfa redüktaz enzimi eksikliği gibi ârızaların form fruste, çok daha hafif formlarının hemcinsselliğin ortaya çıkmasında rolü olabileceği düşünülmektedir. Yâni şu veya bu sebeple androjenlere yeterinden biraz az mâruz kalmış erkeklerin, biraz fazla mâruz kalmış kız bebeklerin âşikâr bir yapısal farklılık göstermemekle beraber, cinsel yönelimlerinin hemcinslerine doğru geliştiği düşünülmektedir. Bu iddia doğru olsa bile, bütün hemcinssellerin durumunu izah ettiği söylemek güçtür.
Özellikle erkek hemcinssellerde, eğilimleri ve duyguları içinde yaşadığı toplumun kültürel ve dinsel örüntüsüyle çok çatışmaya yol açıyorsa, ego-distonik (henüz kişinin hemcinssel yönelimini kabûllenemediği) dönemde depresyon, anksiyete ve intiharlara sık rastlanmaktadır. Türkiye gibi İslâm ülkelerinde, Katolikler’de bu vak’alar sıktır. Erkek hemcinsseller için kullanılan pasif ve aktif hemcinssellik terimlerinin aslında pek de bilimsel geçerliliği yoktur. Pasif hemcinssellerin aşağılandığı, aktif hemcinsselliğin ise erkeklik olarak görüldüğü feodal kültürlerdeki bu ayrım tamamen sosyokültürel niteliklidir. Batı’da yapılan çalışmalarda, en “kulampara” ve “maço” tavırlı hemcinssellerin bile anal ilişkiye girdikleri ortaya konmuştur. Erkek hemcinssellerde çok sık partner değiştirme, sık ve uygunsuz, korunmasız ilişkilere girme sebebiyle zührevî hastalıklara ve AIDS’e yakalanma riski yüksektir.
Kadın hemcinssellerde ise başlangıç ve seyir genellikle çok daha mâsumca ve kendiyle barışık olur. Ülkemizde pek çok lezbiyenin toplumsal kabûl görmek için heteroseksüel olarak evlendiği, kocasıyla yaşadığı cinsel ilişkilere kerhen katlandığı ama hemcinssel hayatını da gizlice sürdürdüğü bir gerçektir. Kadın hemcinsselliği genellikle çok sâdıkâne ve duygusaldır, aşk cinayetlerine rastlanabilir.
Sonuç olarak, gerçek hemcinssellik bir hastalık değildir; dolayısıyla tedavisi de yoktur. Geçici yaşantılar da genellikle iz bırakmaz ama psikiyatrik sorun ortaya çıkan vak’alarda gereken psikiyatrik müdahale herkese olduğu gibi yapılmalıdır. Bâzı psikiyatrların bu tip vak’alara karşı peşin hükümlü ve aşağılayıcı homofobik tavırları, bu hekimlerin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanır (kültürel öğeler, misenformasyon, kendi hemcinssel eğilimleri vs.); psikiyatrların böyle kişilerin sıkıntılarına da hekimlik sıfatlarıyla yardımcı olmak zorunda bulunduklarını unutmamaları gerekir.
Parafililer
Cinsel yönelimin heteroseksüelitenin dışına taştığı, haz nesnesinin karşı cinsiyet olmaktan çıktığı sürekli ve -genellikle- kalıcı durumlardır. Gelip geçici, cinsel hayatı zenginleştirici fantezi kabilinden parafilik “oyunlar” böyle bir teşhis almazlar. Parafiliden söz edebilmek için, ancak bu yolla tahrik olabilme ve doyuma ulaşabilme olgusunun söz konusu bulunması gerekir. Bir başka önemli husus da, cinsellikte normâlliğin sınırının çok bulanık olmasıdır. Açıkça doku hasarına veya travmaya yol açmayan, her iki tarafın da haz duyduğu, aşırı garip veya acayip olmayan her eylem normâl olarak kabûl edilmelidir; bunu yaparken de o kişinin veya kişilerin dinsel, toplumsal, gelenek ve göreneklere bağlı kültürel etmenleri de dikkate alınmalıdır.
DSM-IV-TR’de böyle bir ayrım bulunmamakla beraber, parafililer ICD-10’da “Cinsel Nesne Yöneliminde Anormâllik” ve “Cinsel Aktın Yöneliminde Anormâllik” şeklinde iki gruba ayrılmıştır. Bu ayrım belli parafililer için doğruysa da, karma ve karmaşık vak’alarda işlevsel değildir. Parafilileri İmpuls Denetim Bozuklukları (İDB) grubuna yakın görenlerle, obsesif kompulsif bozukluk (OKB) spektrumuna yakın görenler arasında akademik bir tartışma sürmektedir. OKB’de obsesyonların arttırdığı anksiyeteyi geçici olarak da olsa yatıştırmak ve tatmin olmak (cinsel tatmin değil) için zihinsel veya motor kompulsiyonların icrası söz konusudur. İDB’da ise (Kleptomani, Piromani, Trikotillomani ve Kompulsif Kumar Oynama gibi) zihinsel impulsun şiddetle yükselmesi, kötü veya zararlı olduğunun bilinmesine rağmen icra edilmesiyle yaşanan kısa tatmini takip eden pişmanlık tipiktir. Son senelerde OKB ile İDB farkı daralmıştır; hâttâ OKB’yi İDB içinde mütalâa etme eğilimi vardır. Parafili vak’alarının bâzıları birine, bâzıları diğerine yakın görünmekte, karma hastalarda ise her iki uca, hattâ psikotizme uzanan tablolara rastlanmaktadır.
Fetişizm: Cansız bir nesne veya vücudun bir parçası (en çok ayaklar) başlıca tahrik ve doyum vasıtasıdır ve sıklıkla onanizm (patolojik mastürbatörlük) de refakat eder. Hemen tamamen erkeklerde görülür. Kadın ayakkabısı, iç çamaşırları, ruj ve oje bibi nesneler en çok bildirilmiş olanlardır. Bâzı vak’alar bunları çalmayı da huy edindiklerinden, ancak böyle durumlarda yakalanınca teşhis edilebilmektedirler. Gerçek insidansı ve prevalansı bu sebeple bilinmemektedir. Pigmalionizm heykel, bir fotoğraf karesi veya benzeri nesneden haz duyabilmek demektir ve bu grupta mütalâa edilir.
Frotterizm (Fortçuluk): Otobüs, minibüs, tren, metro gibi toplu taşıma araçlarında veya toplu ve sıkışık ayakta durulan mekânlarda cinsel organını genellikle mâsum veya sesini çıkaramayacağını düşündüğü bir kişiye (hetero- veya homoseksüel olabilir) sürterek tatmin bulma şeklindeki bir sapmadır.
Heterokromofili: Sâdece farklı renkten insanlardan haz edebilme.
Nekrofili: Ölü-sevicilik diye de anılır. Prensip olarak, böyle vak’alarda şizofreni veya benzeri bir psikoz söz konusudur.
Nimfomani: Doymak bilmeyen kadın hiperseksüalitesi anlamındadır.
Onanizm (patolojik mastürbatörlük): Sâdece mastürbasyondan zevk alma, bunun dışında ilişkiden hazzetmeme durumudur. Yoksa normâl insanlar da zaman zaman mastürbasyon yaparlar, bunu parafiliyle karıştırmamak gerekir.
Sado-Mazokizm: Hemen dâima iç içe bulunan iki durumdur (sadizm ve mazokizm). Cinsellik esnâsında acı çekme ve çektirmeden hoşlanma, bu olmaksızın zevk alamama durumudur. Nâdiren zarar verici, hâttâ ölümle sonlanan eylemlere rastlansa da, bu sapmaya çok yaygın olarak rastlanır. Batı ülkelerinde bu tip insanların müdâvimi olduğu özel kulüpler vardır; grup seksine de sık başvururlar. Sevişirken kan emme veya yalama şeklindeki vampirizm fantezileri de nâdir değildir.
Sodomi (Bruggery): Sâdece anal yolla cinsel ilişkiden haz duyabilmek demektir. Hetero- ve homoseksüel olabilir.
Teşhircilik: Hemen dâima erkeklerde görülür. Genellikle kendini koruyamayacak durumdaki kadınlara, genç kızlara veya çocuklara cinsel organını teşhir eden kişi, bu esnâda veya hemen sonrasında mastürbasyonla orgazm olur.
Transvestizm (Karşıt-Giyicilik): Genellikle hemcinsellikle iç içedir. Eşeysel, çekirdek cinsel kimlikler heteroseksüel iken, cinsel rol kimliği karşı cinsiyete kaymıştır; yönelim de genellikle kendi cinsiyetine karşıdır veya biseksüeldir. Erkeklerde daha sık görülür.
Transvestik Fetişizm (Fetişist Transvestizm): Cinsel haz amacıyla karşı cinsiyet gibi giyinmektir. Kadınlarda nâdirdir. Pubertede başlar. Ekserisi heteroseksüeldir ve kendi karşı cinsten partnerleriyle bu işi yaşarlar. Eşeysel ve cinsel kimlikler normâldir, yönelimde de sâdece cinsel faaliyet dönemine münhasır karşıt-giyicilik davranışından ibâret bir sapma söz konusudur. Az bir kısmı Cinsel Kimlik Bozukluğu ve transseksüaliteye kayar. Şikâyetçi bulunmadığı sürece bu böyle sürer ve bu sebeple, gerçek sıklığı bilinmemektedir. Az sayıda egodistonik vak’ada davranışçı terapinin etkili olabildiğine dâir izole vak’a bildirimleri mevcuttur.
Pedofili: Kadınlarda çok az rastlanır. En çok 6–12 yaşlarındaki kızlar ve 12–15 yaşlarındaki oğlanlar istismar edilir. Heteroseksüel veya hemcinssel alt tipleri vardır. Vak’aların üçte ikisinde aynı yetişkin tarafından mükerrer tâciz veya tecâvüz söz konusudur. Kurban durumundaki çocuklar hemen dâima utanç ve korku sâikiyle susarlar, ifşaattan kaçınırlar. Etiyolojisi net olarak bilinmemektedir; pedofilik erkeklerin genellikle yetişkin kadınlarla veya hemcinsleriyle cinsellik yaşamaktan kaçınan tipler olduğu bilinir. Grup veya bireysel psikoterapilerin etkililiği çok tartışmalıdır.
Satiriazis: Doymak bilmeyen erkek hiperseksüalitesi için kullanılır.
Ürofili, Koprofili: İdrar ve gaitadan zevk duyma ile karakterizedir. Genellikle altta yatan ağır bir kişilik bozukluğu veya psikozu düşündürür.
Voyerizm (röntgencilik): Ancak başkalarını seyrederek heyecan ve tatmin bulma sapmasıdır. Skoptofili bunun aleni yapılanıdır; bâzı kültürlerde ve sektlerde yaygın olarak rastlanır.
Literatürde daha pek çok parafili tanımlanmıştır ama bunların sapma olarak kabûl edilme veya edilmemelerinde kültürel ve moral farklılıklar büyük rol oynar.
Parafililerde Tedavi
Genel olarak, parafililerde tedavi pek yüz güldürücü değildir. Bâzı içgörüsü yüksek ve değişime açık parafiliklerde davranışçı-bilişsel müdahalelerin işe yaradığına dâir anektodal vak’a bildirimleri mevcuttur. İKB-kompulsiyon spektrumuna yakın vak’alarda seçici serotonin geri-alım engelleyicileri (SSRI) yüksek dozlarda etkili olabilmektedir (60–80 mg/gün fluoksetin gibi). Psikotizme yakın vak’alarda antipsikotikler, itkiselliğin (impulsivity) yoğun olduğu vak’alarda da karbamazepin veya okskarbazepin gibi duygudurum dengeleyicileri denenebilir. Agresif seksopatlarda ve sosyopatlarda androjen antagonistlerinin işe yaradığına dâir vak’a takdimleri mevcuttur.
FAYDALANILAN ve TAVSİYE EDİLEN BÂZI KAYNAKLAR
Doksat MK, Savrun M. Evrimsel psikiyatriye giriş. Yeni Symposium 2001; 39(3):131–150.
Doksat R. Psikopatolojiye Giriş. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Kürsüsü Yay. Nu: 3. Fak. Yay. No:2. Adana – 1975.
Howells K. The Psychology of Sexual Diversity. Basic Blackwell, Oxford, 1986.
Laws DR, O’Donohue W. Sexual Deviance. Theory, Assessment, and Treatment. The Guilford Press, New York, 1997.
Rosen I. Sexual Deviation, Third Edition. Oxford University Press, New York, 1996.
Smith S, Gregorie A. Sexual Disorders. In: Appleby L, Forshaw DM, Amos T, Barker H, editors. Postgraduate Psychiatry – Clinical and Scientific Foundations. Arnold, London, GB, 2001. p. 382–395.
Widom CS. Sex Roles and Psychopathology. Plenum Press, New York, 1984.
Ziyalar A. Cinsel Davranış Bozuklukları. Yüce Yayınları, İstanbul, 2000.
Eylül 27th, 2007 Kerem DOKSAT