Dünya Siyonist Organizasyonu’nun en önemli sorunu şuydu: Gelecekteki Yahudi devleti nerede yerleşecek?
Çoğunluk bunun yanıtını «Elbette ana yurdumuz olan topraklarda.» diyerek veriyordu. Ancak orası Osmanlı Devleti’nin egemenliği altındaydı.
Osmanlılar aslında Yahudileri pek sevmese bile, onlara karşı Hıristiyanlar gibi saldırgan bir tutum takındıkları görülmemişti. Zaten Endülüs’ten kovulan Sefarad Yahudileri’ne de bir zamanlar onlar kucak açmamış mıydı? Bilindiği kadarıyla, İstanbul, İzmir ve Batı Trakya’da yerleşik Yahudiler, Hıristiyan ülkelerinde yaşayanların gıpta edeceği ölçüde huzurluydu. Kimse onları itip kakmıyordu. Böyle olunca, Osmanlı sultanı da bonkör davranıp Akdeniz’in doğusunda kendilerine göre pek küçük sayılabilecek bir toprak parçasını pek âlâ Yahudilere bağışlayabilirdi.
Theodor Herzl, bu düşünceyle önce Filistin’e gitti. Çevreyi bir güzel inceledi. Sonra da Sultan 2. Abdülhamit ile görüşmek üzere İstanbul’a geçti.
Umudu suya düştü. Hiç yüz göremedi. Eli boş döndü.
Çaldığı her kapının yüzüne kapanması üzerine bile direncini yitirmeyen Theodor Herzl, İngilizlerin desteğini alabilmek umuduyla, 1900 yılındaki dördüncü Siyonist kongresini Londra’da düzenledi.
Bu kez ortaya umut verici bir başka seçenek çıktı. İngilizler, Yahudilere Uganda’ya yerleşmelerini önerdi.
Yahudilerin büyük çoğunluğu, yurt olarak, ille de bir zamanlar atalarının sahip olup yaşadığı yeri istiyordu. Hatta birçoğu, bunu tek seçenek olarak görmekteydi. Buna karşılık Theodor Herzl, bir an önce olumlu bir sonuç alma arayışındaydı. Bunun için, İngilizlerin önerdiği Uganda’ya yerleşme projesine sıcak bakıyordu. Gerçi bu ılımlı tutumundan ötürü kimi soydaşlarının tepkisini görüyordu ama ona göre olmayacak bir duaya âmin deyip işi sürüncemede bırakmaktansa, bir an önce oluruna bakmak çok daha doğruydu.
İngilizlerin önerisi reddedildi. Madem bağış yoluyla olmuyordu, Yahudiler Filistin’deki topraklarını satın almaya bakmalıydı. Bu amaçla aralarında para toplayarak, birikim oluşturmak üzere bir fon kurmaya karar verdiler.
Bu da yürümedi. Olmuyordu.
Kıt kanaat geçinen Yahudiler dişinden tırnağından artırdığını veriyor ama Rotshild ailesi gibi zenginlerin kılı bile kıpırdamıyordu.
Nitekim Rotshild ailesi hakkında çıkarılmış bir diğer söylenti vardır. Şöyle:
Çarlar başta olmak üzere birçok Rus aristokratı, parasını Rotshild ailesinin Paris ve Londra’daki bankalarına yatırmıştı. 1917 devriminden sonra yeni Rus hükümetinin başvurusu üzerine, bu paraların çekilmesini engellediler. Güya bunları Rusya’daki yeni rejimin hükümetine teslim edeceklerdi. Bolşeviklere bir kuruş bile vermediler. Rusların parasının üzerine oturdular.
Altıncı Siyonist kongresi, 1903 yılında yine Basel’de toplandı. Filistin’de toprak satın alma girişiminin de yürümediğini gören Yahudiler, geçici bir çözüm olmak üzere İngilizlerin önerdiği Uganda projesini kabul ederek, Avrupalı Antisemisitlerden bir an önce ve olabildiğince uzaklaşmayı denemeye razı oldu. Ancak Theodor Herzl ertesi yıl ölüverince, bu proje de yıllarca bir tasarım olarak kaldığı yerde durdu; sonunda suya düştü.
1904 yılı sonrasında, Avrupa’daki Antisemitizm akımı çok daha genişledi, yaygınlaştı ve şiddetlendi. Bu arada Antisemitizm, doğrudan “Masonluk” ile bağlantılı konulara da yansıtıldı. Bunun nedeni, bireysel olarak masonların ya da kurumsal olarak mason örgütlerinin Yahudilerden ya da İsrail Devleti’nden yana çıkmakta oluşları değildi. Olay, Masonluğun Siyonizm ile bağdaştırılmasından ileri gelmekteydi. Bu bağdaştırmada ise, Siyonizm, “Siyon Örgütü’nün ülküsü” anlamında değil, daha sonra ortaya çıkarılmış olduğu üzere “Semitizmin politik cephesi” anlamında tanımlanmaktaydı. Önce belli kriterler oluşturup, karşılaştırmalar yapılmakta değildi. Bunun yerine önce gerek Masonluk gerekse Yahudi karşıtlığına karar verilip, sonra Masonluğun nasıl olup da Siyonistlik ile suçlanabileceği araştırılmaydı.
Bunun için Masonlukta hazır bir veri bulunmaktaydı: “Süleyman Tapınağı” ile olan bağlantı.
Masonluğun Süleyman Tapınağı ile bağlantısı olunca, elbette Tapınak Şövalyeleri ile de bağlantısı olacağı düşünüldü.
Bu akıl yürütme sırasında Siyonizmin asıl anlamı, bunun aslında bir Antisemitist eylem olduğu, Prieuré de Sion adlı örgütün bu bağlamda tarih boyunca yapıp etmiş olduğu işler hiç göz önünde tutulmadı.
Çünkü bunlar bilinmemekteydi.
Fakat bu böyle diye, masonların hiçbir kusuru olmadığı, bu bağlamda hiçbir şekilde suçlanamayacakları da söylenemez.
Dolayısıyla, burada bu konuya son verip, kesinlikle objektif bir tutumla, yansız olarak bakıldığında ne söylenebileceğini gözden geçirelim. Şu Süleyman Tapınağı olayını doğrudan Masonluk ile bağlantılı olmak üzere irdeleyelim.
Bunu nerede yapalım? Bu başlık altında mı?
Evet, çünkü büyük bir kalabalık Masonlukta Süleyman Tapınağı’na verilen önem nedeniyle Masonluğu doğrudan Yahudilik ve bu Yeni Siyonizm ile bağdaştırıyor. Oysa bilseler ki Siyonizm ile bağdaştırma yapılmıştır ama hangi Siyonizm ile? Ancak salı ve özgün Siyonizmi bilmiyorlar ne yazık ki. Hele bütün bunların Masonluğa nereden ve nasıl geldiğini hiç bilmiyor, araştırıp öğrenmeye de yanaşmıyor, sadece birtakım varsayımlar üzerine kurulu boş lâflar üretiyorlar.
Yine ne yazık ki insanları çoğu da o boş lâflara kanmış, kanıyor.