Engin Ardıç
Akşam-31 Mayıs 2007
İyi de, bir hafta tatil yapamayacak mıyız be kardeşim? Yokluğumuzda bu sefer tutmuşlar, Boğaziçi’nin rektörü Ayşe’ye saldırmışlar. Yeni duydum.
Çünkü Boğaziçi, Orhan Pamuk’a fahri doktora vermiş. (Mimar Sinan, “Fethullahçı” Hilmi Yavuz’a verince kimse ağzını açmamış ama, hayret!)
Bir kız öğrenci “türbanla gitar” çalmış (Ahmet Hakan gibi bir şey olsa gerek), bir folklor topluluğu da bildiğimiz Bitlis oynamış (peşmergeye benziyorlarmış, herhalde güneydoğu folklor oyunları smokinle oynanmalıdır, çağdaş Türkiye’ye yakışan budur.)
Kavga şuradan çıkıyor: “Kaliteli” üniversitelerimizde liberal bir hava esiyor, kelek olanlarda faşizm kokusu var.
Çocukların ÖSYS tercihlerinde hangilerini üst sıraya yazdıklarına bakarsanız, toplumun özlemini de anlayabilirsiniz tabii. Bu özlem, 12 Eylül döneminde “dizayn edilmiş” üniversite kalıbına uymuyor.
Fakat bürokratik oligarşi, her çocuğu aynı tornaya sokup Taptuk Emre tekkesinin değnekleri gibi birörnek odunlar çıkarmak için direniyor.
Profesör Ayşe Soysal, “Boğaziçi Türkiye için biraz fazla özgür kaldı” demiş. Kibar kadındır, “iki numara büyük geldi” dememiş. Oysa çok iyi hatırlayacaktır, otuz yedi yıl önce, Ayşe ve ben orada okuduğumuzda da öyleydi, eski Robert College.
Oysa Türkiye’yi Boğaziçi’nin düzeyine çekebilseydik memleket
kurtulacaktı.
YÖK, çekemezsin diyor.
YÖK Yasası’na göre, üniversiteler, “Atatürk inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, aile, ülke ve millet sevgisiyle dolu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren” öğrenciler yetiştirmekle yükümlüdürler.
Buna göre, yabancı uyruklu bir öğrenci bizim üniversitelerimizde ya okuyamaz, ya da gizli servislerimize ajan olarak girer.
Bekâr kalması da son derece sakıncalıdır, “aile sevgisi” direktifine uymaz.
Ya da bu yasayı yumurtlayanlar, Tuzla Piyade Okulu’yla üniversiteyi karıştırmışlar!
Üniversitenin görevi Atatürkçü yetiştirmek değildir. Aslına bakarsanız, üniversitenin birinci görevi öğrenci yetiştirmek, birilerini meslek sahibi yapmak, onlara para kazandırmak, askere gittiklerinde yedeksubay olmalarını sağlamak falan da değildir.
Üniversite bilim üretir ve bunu öğrencilerine aktararak bilimi kimin “işe vurmaya yetkili” olacağını saptar. Doktor yetiştirmez, tıp bilimini kimin özümseyip kimin özümseyemediğine ve bunu kimin uygulayabileceğine karar verir.
Ama bizde üniversite, azıcık sosyal bilimler dışında hiçbir bok üretemez.
Çünkü yüksek lisedir.
YÖK, yeni çıkardığı bir yönetmelikle, kendi yasasında yer alan, yukarıda da zikrettiğim ilkelere ters düşen yabancı diplomaları da denk saymıyor, tanımıyor ve onaylamıyor. Öğrencinin, dışarıda, YÖK’ün hoşuna gitmeyecek “herhangi bir ders almış” olması yeterli, seçmeli meçmeli de olsa... Diplomanın kendisi, seçilen bilim alanı falan önemli değil, bir tek ders yeterli!
Örneğin Harvard’ı bitirseniz, orada cinsel sapmalar üzerine bir psikoloji dersi aldıysanız, sizin diploma bizim burada paçavra. Çünkü “Türk aile mefhumuna” uymaz.
Elbette bu yönetmelik El Ezher ya da Tahran Üniversitesi gibi yerlerde okuyan “potansiyel El Kaide militanlarını” ufalamak üzere çıkarılmış ama yarın bir manyağın bunu benim dediğim düzeye çekmeyeceği ne malum?
Buna göre, kurtuluş savaşımızın karşı cepheden görünüşünü, Yunan ordusunun harekât planını da inceleyemezsiniz, vatana ihanet olur.
Ben de ayvayı yedim Ayşeciğim, çünkü 1972-73 ders yılında, rahmetli Profesör Ali Alparslan’dan (o zamanlar doçentti) hem merak ettiğim için, hem de not ortalaması yükseltmek amacıyla “Osmanlıca” dersi almıştım! Eski yazıyı da bayağı sökmüş, dili çok koyu olmamak şartıyla Osmanlı metinlerini şakır şakır okumaya ve de kendim de yazmaya başlamıştım... Gitti çöpe bizim kapı gibi Boğaziçi diploması! O dersi almama izin veren bizim Mantikas’ın (eski kayıt işleri müdürümüz) elleri kırılsaydı!... Fakat adamcağız günün birinde Türkiye’nin böyle cılkının çıkacağını nereden bilebilirdi?
Sevgili bürokrasi, buna da faşizm denir, zarar yok.
Nasıl olsa yakın zamanda bunu açık açık da uygulayacaksınız, Bahçeşehir’i, Boğaziçi’ni falan kapatırsınız, Ayşe de evinin kadını olur. Baksanıza, “ben aslında yemek yapmayı severim” demiş, bu hıyar toplumda üniversite yönetmekten o da memnun değil.