Çeşitli kültürlerde taşa verilen önemi, öylesi bana daha uygun geldiği için forumun “Mitoloji” bölümünde vermiştim. Çünkü eski inançların birçoğunun efsanesel ya da mitolojik bir niteliği var. Ancak iş göksel dinlere gelince öyle değil. Onları kendi bölümlerinde incelemenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Bunlardan ilki de elbette Musevilik. Sonra sıra Hıristiyanlığa ve İslâm’a da gelir.
Musevilikte taş inançları tarihsel bakımdan önceki semitik inançlardan kaynaklanır. Sami halklarının büyü, tılsım ve uğur amaçlarıyla göğüslerinde ziynet eşyası gibi taşlar taşıdığı bilinmedik bir şey değil. Musa ortaya bir peygamber olarak çıkmadan önce taş, halk inançlarında yaygın yer bulmuştu. Bunlar kendilerini genel olarak hakiki tapınım taşları, köşe ve temel taşları, kapı taşları, sınır taşları, mezar taşları, fallus biçimindeki taşlar, zafer taşları, kutsallaşan taş anıtlar şeklinde gösteriyordu.
Musevilikte, her kutlama ya da sözleşmede o özel anın hatırlanması için bir sütun dikilmesi.geleneği “Bethleik” olarak anılır. İşte bu gelenekte taşların genellikle Yaratıcı Tanrı’nın gezinmiş olduğu ya da terk ettiği mekân olarak benimsendiği görülür. Bu yer, “kutsal tepecik” ile aynı simgesel anlatımı taşır. Bundan ötürü tüm diğer ezoterik anlatımlarda olduğu gibi, insan doğasının kendini dünyaya bağlayan her türlü bağdan kurtarmayı ve bir bakıma kendine özgü bir özgürleşme, Tanrı ile birleşme amacına yönelir.
İbrani kaynaklarında Tanrı’nın Âdem’e taşları birbirine sürterek ateş yakmayı öğrettiğine değinilir. Taşlarla bağlantılı bir başka konu başlığı altında Tanrı’yı lânetlemiş olanların taşlanarak öldürüldüğüne ilişkin eski bir gelenekten söz edilir.
İbrani inançlarındaki en önemli motiflerden biri de, aslında hangi kültürden etkilenerek oluştuğu belli olmayan “saklı taşı bulma” konusudur. Bu taş, bir şekilde ya gömülü ya da bir yıkıntının altında normal insanın gözlerinden uzak kalmıştır. Taşın bulunması ile insan daha önce bilmediği gerçeklerle tanışacak, gerek kendisinin gerekse evrenin sırlarına ulaşacaktır. Bu kavram, yüzyıllar sonra alşimistlerin (simyacıların) “beyaz taş” olarak da nitelendirdiği simgeyle daha da belirginleşir.
Taş ile ilgili geleneksel motiflerden biri de, başkalarının yontulmuş bir taşının çalınması ile bağlantılı gelenektir. (Masonlukta herkesin kendi hamtaşını kendisinin yonttuğuna ilişkin simgesel anlatımı anımsayalım.) Kullanılmayacak kalitede olduğu kabul edilen kötü bir taşın daha sonra “en baş taş” olması şeklindeki bir anlatım da, belli bir simgesel açılımdır.
Taşların, özellikle değerli taşların bir kralın tacından yere düşmesi de geleneklerdeki bir başka motiftir. Göklerde, şeytanın başındaki taştan yere düşen zümrüt ile kralın tacından düşen taşın aynı olması dikkat çekicidir; özellikle zümrüt yani yeşil taş... Bu durum, göksel varlıkların yeryüzündeki taşların oluşmasına neden olma inancının gelişmesine ve bu taşların göksel adlarla anılmasına yol açmıştır.
Bir kemer ya da kubbe taşı, bozuk taş, üstü düzeltilmiş taş, kabul edilmemiş taş kavramlarıyla ortaya konulan simgesel anlatımlar hep bu taş geleneğinin birer parçasıdır.Bu bağlamda, öncelikle Musevi geleneklerinde yer almakla birlikte başka kültürlerde de anlatılan bir öyküyü genelleyerek özetlemek isterim:
“Tapınak yapımcıları, yanı başlarına getirilmiş olan çeşitli boy ve biçimlerde taşları yontup işleyerek duvar işliyordu. Her birinin eline ikide birde yuvarlakımsı bir sert taş geçiyor, her biri bu taşı eline alıp şöyle bir baktıktan sonra işlenemeyecek, biçimlendirilemeyecek olduğunu düşünerek bir yana fırlatıp atıyordu. Tapınağın yapımı sona erdi; iş kubbenin kapatılmasına geldi. Ancak kubbeye oturtulacak uygun bir taş bulunamadı. Herkesin daha önce beğenmeyerek bir yana atmış olduğu taş ise, kubbenin tam ortasına oturdu.”
Bu anlatımı hafife almayın sakın… Musevi inançlarından bağımsız ama belki ondan esinlenmeyle birçok ezoterik örgütün öğretisi kapsamında yer almıştır.