Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MUSEVİLİKTE “TAŞ” - 3  (Okunma sayısı 6299 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 04, 2010, 03:54:22 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Musa ve On Emir


Museviler “Aserat Ha Dibrof” diye adlandırılan on emrin yazılı olduğu taş levhaları çok kutsal sayar. Onlar için bu herhangi bir taştan çok farklı bir şeydir. Bu taşların üzerindeki emirleri Tanrı’nın doğrudan kendisinin yazdığına inanılır.

Gerçi hemen herkes bu bağlamdaki anlatımı bilir ama burada bunu şöyle bir yinelemekte yarar var.

İsrailoğulları, Mısır’dan çıkış sonrasında Sina Çölü’ne gelip Sinalıların karşısında konaklamıştı. Tutsaklığın yorgunluğu ve kurtuluşun mutluluğu ile Tanrı’ya dua etmekte, ondan bir işaret beklemekteydiler. Bundan sonrası Tevrat’ta şöyle anlatılır:

“Ve Musa Tanrının huzuruna çıktı. Ve Rab onu dağdan çağırıp dedi: Yakub evine böyle diyeceksin, Ve İsrail oğullarına bildireceksin: Mısırlılara ne yaptım, ve sizi nasıl kartal kanatları üzerine taşıdım, ve sizi kendime getirdim, gördünüz. Ve şimdi eğer gerçekten sözümü dinleyecek ve ahdimi tutacaksanız, bana bütün kavimlerden has bir kavim olacaksınız; çünkü bütün dünya benimdir; ve siz bana kâhinler melekûtu ve mukaddes millet olacaksınız. Senin İsrail oğullarına söyleyeceğin sözler bunlardır.” (Çıkış 19: 3-6)

Musa İhtiyarlar Heyeti’ni toplar ve onlara Tanrı’nın kendilerine buyuracaklarını kabul edip uygulamalarını ister. İhtiyarların olumlu yanıtını alınca, kavminin kararını Rabbe götürür.

Tanrı İsrailoğullarının Musa’ya güvenini güçlendirmek için yoğun bir bulut içinde geleceğini ve Musa ile konuştuklarının halk tarafından da duyulabileceğini belirtir. Musa’nın tüm kavmini iki gün içinde düzenlemesini, İsrailoğullarının da üstlerini başlarını yıkayarak temiz bir şekilde kendisine Sina Dağı’nda ineceği üçüncü gün için hazır olmalarını buyurur. Ancak İsrailoğullarına bu süre içinde dağa çıkmayı hatta dağın eteklerindeki toprağa dokunmayı bile kesinlikle yasaklar. Yasağa uymayan hayvan ya da insanın cezası, taşlanarak ya da ok ile vurularak öldürülmektir.

Üçüncü günün sabahında gök gürültüleri ve şimşekler arasında dağın üzerini koyu bir bulut ve şiddetli bir şofar sesi kaplar. (Şofar, genellikle koç boynuzundan yapılan bir tür üflemeli çalgı ya da borudur.) Musa, halkını Sina Dağı’nın eteklerine getirir. Sina Dağı’na inen Tanrı, Musa’yı dağın tepesine çağırır. Musa dağa çıkar ve orada on emri alır. (Bu on emri burada yinelemeyi gereksiz buluyorum.)

Tevrat’taki anlatıma göre; Tanrı Musa’ya on emri verdikten sonra ona bir de sandık yapmasını buyurur. “Ahit Sandığı” olarak anılan bu sandık ile bağlantılı olmak üzere, Tevrat’ta Tanrı’nın dileği şöyle geçer:

“Ve sana vereceğim şahadeti sandığın içine koyacaksın. Ve halis altından bir Kefaret örtüsü yapacaksın. Onun uzunluğu 2,5 arşın ve eni 1,5 arşın olacak.”

Musa’nın Sına Dağı’nda başından geçenleri, tarih çalışmasında ele alan Mısırlı Manetho’nun anlatımlarında, Musa’ya emirleri Yehova’nın verdiği yerde aslında Musa’nın kendi halkına Mısır’dan edindiği kardeşlik ve inisyasyon bilgilerini verdiği belirtilir. Bu kendi içinde çelişkili bir varsayımdır çünkü bundan Musa’nın dağa yalnız başına çıkmadığı ve on emrin de tanrısal kaynaklı değil, insan ürünü olduğu anlamına varılır. Bu aynı zamanda Tevrat anlatımlarındaki dağdan indikten sonra Musa’nın ağabeyi Harun’un kavmin ziynet eşyasını eritip yaptığı boğaya tapınan hallerini görünce çok sinirlenip acımasızca bunları yapanları kılıçtan geçirmesi olayı ile de çelişmektedir.

Tanrı’nın Sina Dağı’nda İsrailoğullarına Musa aracılığı ile buyruklarını bildirmekte olduğu sırada, ortalığı gök gürültüleri, şimşekler ve şofar sesleri kaplamıştır. Bu durum karşısında korkuya kapılan İsrailoğulları, Musa’dan Tanrı’nın kendileri ile doğrudan değil de onun aracılığı ile söyleşmesini rica eder. Musa da halkına Tanrı’nın onları sınadığını, suç işlememeleri için yüreklerine korku saldığını açıklar.

Tanrı, Musa’yı taş levhalar üzerine yazdığı emirleri alıp halkına öğretmesi için yanına, dağa çağırır. Musa, İhtiyar Heyeti’ne kendisini beklemelerini tembih ederek, yardımcısı ile yola koyulur. Yerine de ağabeyi Harun’u bırakır.

Tanrı, 40 gün 40 gece dağda kalan Musa’ya şahadetinin 2 levhasını verir. Ancak Musa’nın dağdan inmekte geciktiğini gören İsrailoğulları, Harun’dan kendileri için bir ilâh yapmasını ister. Harun da toplumun elindeki altınlardan dökme bir buzağı heykeli yaparak onu halka verir.

Her iki yüzünde Tanrı’nın yazısı olan iki taş levha ile dağdan inen Musa, halkın yozlaşıp altın buzağıya taptığını görünce; elindeki levhaları atıp kırar. Buzağıyı da ateşe yakıp toz olana dek ezer. Sonra da Tanrı’nın yolundan çıkanları ölümle cezalandırır.

İsrailoğullarının öngördüğü yoldan sapmaları karşısında Tanrı; Musa’ya kavmini cezalandıracağını söyler. Ancak Musa ona yalvarır; Mısır ülkesinden büyük güçlükle çıkardığı halkı adına bağışlanma diler.

Tanrı Musa’nın yakınlığı karşısında İsrailoğullarını bağışlayarak Musa’ya öncekiler gibi iki taş levha yontup hazırlamasını, kırılan levhaların üzerindeki yazıları aynen onlara da yazacağını söyler. Musa Tanrı’nın emrini yerine getirir. İki taş levha ile yine Sina Dağı’na çıkar. Tanrı ile Sina dağında 40 gün 40 gece daha kalır. Oruç tutar. Bağışlanma duaları eder. Sonunda 10 emir taş levhalar üzerine yeniden kazınır.

Kuşkusuz bunlar böyle yazılınca, şöyle bir sorunun sorulması kaçınılmaz olur: «Söz konusu iki taş levhanın ve üzerlerine yazılı on emrin varlığının doğruluğunu kabul edersek; bunları Tanrı kendisi mi yazmış, yoksa onun emri üzerine Musa mı kazımış?... Tanrı doğrudan kendisi yazmışsa, bunun için 40 gün gibi uzun bir süre gerekir mi?»

Bu tür bir soru, neyin ne olduğu ve nasıl olduğu ile bağlantılı teolojik bir tartışmanın konusudur. Musevi inancında sözü edilen taş levhaların önem ve değerini etkilemez.

Tevrat’ın “Çıkış” başlıklı kitabının 19:9 babında, Tanrı ile Musa arasında bir diyalog geçer. Burada kavmin bundan böyle her konuda Musa’ya inanması için Tanrı’nın ateş, bulut, karanlık, duman gibi olgular ve şofar sesleri arasında belireceği anlatılmaktadır.

“Tesniye” başlıklı kitabın 4:10-12 babında, Tanrı’nın Sina Dağı’nın eteklerinde insanların ondan korkması için sesini duyurduğu belirtilmektedir. İnsanlar ile bir ateş topu halinde yüz yüze konuşmakta, Musa kavmi ile onun arasında durmaktadır. Tanrı 10 emri kavme söyledikten sonra, insanlar korku ile kaçışır. Musa’yı Tanrı ile yalnız bırakırlar.

Tevrat’ın bu iki bölümündeki iki değişik anlatımdan sonra, akılda birtakım varsayımlar şekillenmektedir. Tanrı Musa ile konuşmuş ve tüm kavmi konuştuklarını izlemiştir. Musa daha sonra konuştuklarını kavmine anlatmıştır. Din bilginleri, tüm bu varsayımlardan yola çıkarak on emrin şu ya da bu şekilde Musa’nın ağzından değil, Tanrı katından ve doğudan kavme verildiği konusunda birleşmektedir. Tanrı kavme emirlerini söylemiş, onlar da duymuş, daha sonra Sina Dağı’na çıkan Musa Tanrı’nın parmağı ile kazınmış emirlerden oluşan taş levhaları aşağıya indirmiştir. Tanrı, Musa’nın kavminin altın buzağıya taptığını görüp öfkeye kapılarak taş levhaları kırıp atması üzerine, yine dağa çıkmasını emretmiştir. 40 gün sonra Musa Tanrı’nın yeniden kazıdığı on emir ile dağdan inmiştir. Bundan böyle Tanrı, Musa’nın yanında bir bulut halinde durur. O çadırdayken bulut çadırın üstündedir. “Böyle yaparsınız ve yapasınız diye size emrettiği ahdini 10 emirleri size bildirdi. Ve onları iki taş levha üzerine yazdı.” (Tesniye 4:13)

İlk levhalar Tanrı’nın parmağı ile kazınmış olup, eski Akat ve eski Arami harfleriyle yazılmıştır. İkinci kez yazılan levhalar ise, üst yanları yarım yuvarlak oyulmuş iki parça halindedir. Tevrat’a göre bu parçalar ilk on yüzyıl Sina Çölü’ndeki Ahit Sandığı’nda, sonra kutsal topraklardaki Şina’da bulunan Ahit Sandığı’nda, son olarak da Kudüs’te Kral Süleyman tarafından yapılan büyük tapınağın “Kutsalların Kutsalı” olarak anılmış bölümündeki sandık içinde muhafaza edilmiştir.

Museviler, Süleyman Tapınağı’nda bulunan bu taşların tapınağın tahribi sırasında kendiliğinden yeraltında kaybolduğuna inanır. Bir başka anlatımda, “Kutsalların Kutsalı” tapınağın yıkımı sırasında yıkıntının altında kalmış ve bir daha bulunamayacak şekilde tahrip olmuştur. Bu nedenle bu taşa basmamak ve kutsallığa saygısızlıkta bulunmamak için, o yeri çiğnemek istemezler. Bu simgesel düşüncenin açılımının çok sonraları birçok ezoterik kurumda yer almış olduğu görülen siyah beyaz kareli döşeme ile örtüşüp örtüşmediği, oraya basılmamasının aslında böyle bir gerekçeden kaynaklanmış olup olmadığı da belirsizdir.

Siyah beyaz karelerden oluşan bir döşeme “mozaik” olarak yani Musa’nın taşları ya da kaldırımları olarak bilinir. İbrani ikonografisinde sadece yüksek rahiplerin üstüne basabileceği kare kaldırım anlamındadır. Böyle bir yer aynı zamanda İbrani inançlarında ilâhilikle karşılaşılacak yer olarak bilinir. Başka açılımlarda yaşamdaki zıtlıklar ile onların üzerinde yükselebilmek anlamına gelmektedir. Aşırı istek ve tutkuların, iyi ve kötünün üzerinde yükselebilmek, bu açılımların arasında yer alır. Bunların başka bir açılımı ise karşımıza “felsefi gerçek” olarak çıkar. Kudüs’teki tüm tapınakların yıkılması üzerine, 1. yüzyıl sonlarında Roma’da yine kullanıldığı görülmüştür. Kısacası, varlığın siyah beyaz taşları olarak da bilinirler.

Musevi geleneklerinde taş çok önemli bir yer tutar. 12 özgün İsrail kavminin ayrı ayrı birer taş inancı bulunduğu bile belirtilir. Geleneklerin her yanında bir gizemli taş inancının ipuçları vardır. Ancak taşların kutsal sayılmasına karşı çıkan görüşlerin bulunduğu da gözden kaçırılmamalı. Musa’nın üçüncü kitabında şöyle denmektedir: “Kendinize putlar yapmayacaksınız ve kendiniz için oyma put ve dikili taş dikmeyeceksiniz ve önünde secde etmek için memleketinizde resimli taş kurmayacaksınız, çünkü ben Allahınız Rabbim.” Daha sonra da şu pasaj geçer: “Ve kendin için Allahın Rabbin nefret ettiği dikili taş dikmeyeceksin.” (Tesniye 16:22)



Belki «Bu ne perhiz ne lahana turşusu.» diyebilirsiniz ama dışarıdan bakıldığında öyle. Tevrat’taki anlatımlardan birçoğunun aslında alegori olduğunu ve bu nedenle simgelerle donanmış bulunduğunu, her bir taşın da bir simge niteliğini taşıdığını göz ardı etmemek gerek.

Bu anlatımların sonrasında Musevi rahiplerinin tutumlarına da bir bakalım.






ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mart 21, 2016, 03:41:26 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 234
  • Cinsiyet: Bay

Yanlış anlaşılmak istemem ama garip olan veya mantıksız gelen dini anlatımlara alegori demek bana kolaycılık gibi geliyor. Tarihi açıdan bakıldığında yüzlerce yıl boyunca bu anlatımların bire bir gerçeği ifade ettiğine inanılmıştır. Aynı şey başka dinler için de geçerlidir. Dinlerin içindeki günümüz bilimine aykırı kısımlara alegori demek aslında tarihe karşı savaş açmaktır. Çünkü nesiller boyunca bunlar mutlak gerçek olarak benimsenmiştir.

Alegori ile ilgili bir diğer sorun da alegori olup olmadığının nereden bilindiği mevzusudur. Bu basit bir fikir gibi görünsede, aslında oldukça çetrefilli bir mantık tartışması ihtiva eder. Dini metnin A kısmına alegori diyorsak, B kısmına alegori dememek için önümüzde nasıl bir engel vardır? Bu yolda ilerlerken Tanrı da bir alegoridir deyip işin içinden çıkmakta mümkün hale gelir.

Alegorinin diğer dezavantajı, yoruma açık oluşudur. Farklı yorumlara açık olan bir durumda hakikatten söz edilemez. Falanca kıssadan benim çıkardığım anlam ile Mehmet'in çıkardığı anlam arasında fark olması kaçınılmazdır.

Dolayısıyla dini metinlerin akla yatmayan kısmına alegori demek, dinin temel yapısı açısından sorun teşkil eder. Günümüz bilimine ters düşen dini anlatımlara alegori dersek, bundan 500 yıl sonra dinin çok büyük kısmının (belki tamamının) alegori olarak değerlendirilmesi de kaçınılmaz olur. Bu noktada iki seçenek vardır, dinin tamamını kabul etmek veya dinin tamamını reddetmek. İkisinin ortasında bir yolun olmadığını dikkatli düşünenler görebilirler.
“Tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz, insan kendine hükmetmeyi öğrenmeden doğaya hükmetmeyi öğrendi.” Albert Schweitzer


Mart 21, 2016, 08:47:23 ös
Yanıtla #2
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Bektaşilik'te şöyle bir söz vardır: "Kuranı Kerim'in bir zahiri bir de batıni anlamı vardır."

Bu söz diğer dinlerin kutsal kitapları için de geçerlidir.

Mutlak gerçek inançlıları için geçerli olan zahiri yani ekzoterik anlamdır. Bunun üzerinde yorum ya da tartışma yapılamaz. Sadece eski dilledeki mazoretik notalamalar nedeniyle yer yer önlam farkları çıkar.

İnisiyeler için ise batıni yani ezoterik anlamlar değer taşır ve işte o nedenle anlatıların tümü olsa olsa bir alegoridir. Nitekim açık anlamlardaki bilimsel ve anakronik (tarihsel kronolojiyle uyumsuz) anlatımlar da bu bakımdan önem taşımaz. Bun karşılık, mutlak gerçekçiler yanıtlayamadıkları çelişkiler içinde yüzer ve sonunda boğulurlar.
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mart 21, 2016, 08:55:44 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 631
  • Cinsiyet: Bay


Kutsal kitaplarda yer alan maddeler veya âyetler iki türlüdür.  Bunların bir kısmını kesin sözler oluşturur, diğer kısmını ise kesin olmayan ve herkes tarafından farklı anlamlara gelebilecek olan sözler oluşturur.

İslamiyette bunun için "Muhkem" ve "Müteşabih" terimleri  kullanılıyor. Muhkem;  kesin olan âyetleri ifade ederken müteşabih ise farklı anlama gelebilecek olan âyetleri ifade eder.

Onun için gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz ki, Kur'ân da dahil olmak üzere diğer bütün kutsal kitaplarda alegorik dil ve sembolik dil kullanılmıştır. Hattâ bırakalım bu dilleri, Allah kutsal kitaplarda ironi bile yapmıştır.

Ama kullanılan bu diller bulanıklık olarak görülmemelidir. Eğer öyle görülürse bu tür bir zihin kaymasının da yaşanması muhtemel olur. Kaldı ki Allah'ın bulanıklaştıranlara karşı gösterdiği tavır oldukça nettir. Bilen bilir.

Ama şimdi diyeceksiniz ki her şeyi açık seçik söylemek varken Allah neden böyle bir şey yapsın?

Nedeni açık.

Düşünüp tutalım diye.

 
« Son Düzenleme: Mart 21, 2016, 09:02:59 ös Gönderen: İNSAN »


Mart 21, 2016, 11:36:43 ös
Yanıtla #4
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 234
  • Cinsiyet: Bay

Burada girilecek bir konu değil ama madem Bektaşilik denilmiş öyleyse birkaç söz söylemek lazım. Öncelikle tasavvuf ayrıdır, İslam ayrıdır. Tasavvuf kendisini İslam'i motiflerle süslemiştir fakat özünde panteizmdir. İslam ise tevhide (birlemeye) dayalı bir mutlak teizmdir. Birleme (tevhid) düşüncesi ise dini birikimi olmayanlar tarafından yanlış anlaşılmakta ve İslam'ı kapitalizme uydurmaya çalışanlar tarafından da çarpıtılmaktadır.

Geleneksel İslam anlayışında Allah ile yaratılan her şey arasında kesin bir ayrım vardır. Allah sabittir, yaratılanlar ise acizdir. Tevhid (birleme) Allah'ı yaratılanlar ile bütünlemek değil, çok tanrı veya parçalı tanrı düşünceleri yerine tek tanrı olarak Allah'ı kabul etmek anlamına gelir. Ayrıca Yahudilik ve İslam anlayışında, Allah mutlak hükümdardır. Teizm ve panteizm ayrımı da burada yatmaktadır. Sayın ADAM'ın Yahudilik bilgisi elbette benden çok daha fazla.
“Tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz, insan kendine hükmetmeyi öğrenmeden doğaya hükmetmeyi öğrendi.” Albert Schweitzer


Mart 22, 2016, 10:03:16 öö
Yanıtla #5
  • Mason
  • Aktif Uye
  • *
  • İleti: 718
  • Cinsiyet: Bay


Bektaşilik'te şöyle bir söz vardır: "Kuranı Kerim'in bir zahiri bir de batıni anlamı vardır."

Bu söz diğer dinlerin kutsal kitapları için de geçerlidir.



Ama şimdi diyeceksiniz ki her şeyi açık seçik söylemek varken Allah neden böyle bir şey yapsın?

Nedeni açık.

Düşünüp tutalım diye.

Fakat dini kitapların, sadece yüksek düşünme kapasitesine sahip entelektüel bireyler için indirilmediği, en cahil kişinin bile anlayabileceği bir anlatım ile tüm insanlar için indirildiği iddiası ile çelişmez mi bu? Eğer dini kitapların zahiri ve batıni olarak iki ayrı yorumu yapılabiliyor ise, o kitaplar aslında sadece belli bir zümrenin anlayabileceği şekilde yazılmış demektir ve bu durum da dinlerin tüm insanlara indirildiği savını destekler nitelikte değildir.
Live long and prosper.


Mart 22, 2016, 04:22:50 ös
Yanıtla #6
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 631
  • Cinsiyet: Bay


Fakat dini kitapların, sadece yüksek düşünme kapasitesine sahip entelektüel bireyler için indirilmediği, en cahil kişinin bile anlayabileceği bir anlatım ile tüm insanlar için indirildiği iddiası ile çelişmez mi

Sayın spock sarı renkli kısımda fikrimce şunu demek istiyor:

Allah Kur'ân'da (En'am) diyor ki, biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra başka bir âyette de(Kehf) biz bu kitabı size ögüt olsun diye apaçık indirdik diyor. Madem apaçık indirdi ve madem hiçbir şeyi eksik bırakmadı neden, farklı anlamlara gelecek sözler var. Neden üç yüz bini aşkın tefsir var ve neden bunları sadece bazıları anlayabiliyor.

Haklı.

Bu ifadeler, kitapların tüm insanlığa indirildiği savını destekler nitelikte değildir. Ancak bu ifadelerin bahsi edilen savı desteklemiyor oluşu, çelişki olduğunu göstermez. Bu ayrımı ıskalamamak lâzım.

Şöyle ki; şiir bir sanattır ve sanat evrenseldir diyoruz değil mi. Ama nedense Ahmet Haşim'in "Merdiven" şiirini hepimiz farklı anlıyoruz. Hattâ bazen anlamıyoruz bile. Bu analojide vurgulamak istediğim iki husus var ki, birincisi bu şiirin böyle oluşu, şiirin kendi içinde çelişki olduğunu göstermemelidir. İkincisi ise, bu şiir sadece bizim için böyledir;  Ahmet Haşim için anlaşılmaz olarak görülen bir şey yoktur ve her şey gayet açıktır.

Kur'ân'da geçen "apaçık" ifadesi de tıpkı burada olduğu gibi, bizim için kullanılmış bir ifade değildir. Bunu destekleyici olduğuna inandığım bir söz hatırlıyorum İncil'den. Yuhanna'nın ya birinci ya da dördüncü mektubunda geçiyordu.

"Allah'ın gözlerinde her şey açık ve seçiktir"
diyordu ve açık seçikligin biz insanların nazarında olmadığını; kendi nazarında olduğunu söylüyordu. Kendi nazarında, yani Tanrı nazarında.

Fikrimce bu maddeden de anlamamız gereken, her şeyin apaçık ve eksiksiz olduğu; ancak bulanık olmadığıdır.  Çünkü bahsi edilen bütün bu kitaplara göre bulanık olan kitaplar değil, bizleriz.

 


« Son Düzenleme: Mart 22, 2016, 05:23:01 ös Gönderen: İNSAN »


Mart 22, 2016, 08:53:27 ös
Yanıtla #7

Kutsal kitaplar; Esnek, edebi ve günümüz lehçelerin den,cok farklı bir dil ile kalem'e alınmışlar. Ki bu da bir cok karmaşaya neden olmuştur.Sorulması gereken, bu kitaplar da anlatılmak istenen ortak amaçlar nedir?

İbrahim'i dinlerin popilerleşmesi ile, ruh ve beden; Dünya ve Ahiret kavramları bir birlerinden uzaklaşma ya başladı.Metaryal Dünya'nın İnsan'a sağladığı kolaylıklar yok sayılıp, Ahiret ve Ruh odaklı kitleler toplum da söz sahibi oldular


İlk sorduğum soru ya gelirsek: Mutlak güce ait olduğu var sayılan,Kutsal kitaplardaki bu kelamların; İnsanlığa gösterdikleri yolun, onları ne hallere soktuğunu kavramak gerektiğidir.Yüzlerce yıllık gerilemenin  nefretlerin bağnazlıkların, katliamların, ötekileştirmelerin mimarları olmuşlardır.Hangi kutsal kitabın gösterdiği yoldan giden bir toplum, muassır bir medeniyet olabilmiştir? Bu mutlak gücün ilkeleriyle cıkılan yollar, neden her seferin de kaos ile bitmiştir.


Saygılar
Sen Özelsin


Mart 23, 2016, 09:26:57 öö
Yanıtla #8
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 323
  • Cinsiyet: Bay

Bir şekilde bir yerlerden öyle yada böyle okuduğumuz şeylerin çok güzel derlenip sunulması çok iyi olmuş.

Sayın Adam yazsın biz okumaya devam edelim.
Dünya üstündeki en üstün yaşam formu olduğumuza ama yine de sözcüklere sığmayacak kadar mutsuz olduğumuza,çünkü başka hiçbir hayvanın bilmediği şeyi,ölmek zorunda olduğumuzu bildiğimize dair bir ironi


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
28 Yanıt
70317 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2017, 08:24:27 ös
Gönderen: ADAM
“Türk Mitolojisi”

Başlatan bugfree Mitoloji

7 Yanıt
6489 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 27, 2011, 03:50:33 ös
Gönderen: agnusdei
0 Yanıt
2902 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 02, 2010, 05:30:05 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3231 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 03, 2010, 03:21:56 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3614 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 05, 2010, 03:33:51 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3369 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 06, 2010, 06:27:05 ös
Gönderen: ADAM
8 Yanıt
9895 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 14, 2012, 01:07:31 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3880 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 01, 2012, 02:15:57 ös
Gönderen: oasis
23 Yanıt
20337 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 12, 2017, 08:39:28 ös
Gönderen: karahan
1 Yanıt
4341 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 10, 2017, 02:16:11 öö
Gönderen: Tık-Tik-Tak