Din üzerine görüşlerimi yazdığım sırada, bir ara Aristoteles’ten de söz etmiş, istenirse bu konu üzerinde biraz daha durabileceğimi belirtmiştim.
Sayın Isabell başta olmak üzere isteyenler oldu.
Peki, buyurun size biraz da Aristoteles’in Hıristiyanlığı nasıl etkilemiş olduğuna ilişkin özet görüşler, izlenimler…
Bu arada kaynakça soran da çıkabilir. Peki!
Aslında çoğu şuradan buradan zaman içinde edinilmiş bilgilerden anımsananlar olacak ama belli bir kitaptan çok yararlanmış olduğumu söyleyebilirim: Yalçın Kaya: “Hıristiyanlık 2000 Yaşında (Hıristiyanlık Felsefesi)”.
Önce benim gözümle, bildiğimce Aristoteles…
Antik Çağ Helen felsefesinin ilk gerçek ve büyük bilgini sayılan Aristoteles, kendinden önceki bütün felsefi birikimi toplayıp sistemleştirmiştir. Bundan sonra ortaya “organon” adını verdiği bir doğru düşünme yöntemiyle eleştirme tarzı koymuştur. Sedece kendinden önceki felsefeleri değil, kendi sistemini de bu yöntemle eleştirerek geliştirmiştir. Bu nedenle de bilinen tarihteki ilk bilimsel yapılı düşünür olarak nitelenir.
Az buz değil… Bundan ötürü Antik Çağ Helen felsefesinden söz edildiğinde ilk akla gelen kişi olmuştur Aristoteles…
Mantık, bir bakıma bir bilim dalı sayılabilir; çünkü akıl yürütmenin ötesinde bir deneysel yönü de vardır. Aristoteles tarihte bunun kurucusu olduğu gibi, politikadan meteorolojiye kadar birçok alanda günümüzde özellikle Batı dillerinde kullanılan birçok terimin etimolojisinin yaratıcısıdır. Hiç kimse onun bir ansiklopedik deha sahibi olduğunu kolay kolay yadsıyamaz. Nitekim bu yüzden insanlığı iki bin yılı aşkın bir süre boyunca olağanüstü düzeyde etkilemiştir.
İşte bu uzun süreli ve güçlü etki, Orta Çağda kendine düşünsel bir temel arayan ve aradığını onun sisteminde bulan Hıristiyanlık, özellikle Katolik mezhebi üzerinde de belirgin bir biçimde kendini gösterir.
Günümüze kadar sürüp gelmiş o iki bin yılı aşkın sürenin, Orta Çağın skolastik dönemini kapsayan hayli uzun bir dönemi Aristoteles'in kesin, tartışılmaz egemenliği altında geçmiştir. Öyle ki, onun en küçük bir sözünü yadsımaya kalkışan bir kişi, bu davranışını çok ağır hatta yaşamını yitirerek ödemiştir. Yüzyıllarca onun yapıtlarının tanıklığı, herhangi bir görüş ya da savın tanıtlanmış sayılması için yeter sayılmıştır. Gerçek demek, onun söylediği ve yazdığı demek olarak benimsenmiştir. Öyle ki, "filozof" denilince önce o, "okul" denilince onun öğretisi, bilimden söz edilince onun sistemi anlaşılmıştır.
Sanmayın ki bu sadece Batı dünyası için geçerliydi. Araplar onu Muallim-i Evvel (birinci öğretmen) saymıştır. İbn-i Sina tam bir Aristotolesçidir. Biruni ise ona karşı çıkmıştır. Şimdi bu yazıyı okuyan herkes eminim ki İbn-i Sina’yı bilir ama içinizde Biruni’nin adını bile duymamış olanlar bulunabilir. Nedeni de budur. Biruni bize özellikle tanıtılmamıştır; düşünce tarzı ve akıl yürütüşü Aristoteles mantığına aykırı düştüğü için.
Bu arada bir parantez açarak şunu da eklemeliyim: Aristoteles’in bu kadar “büyük” oluşu, biraz da daha çocukken eğitimine aldığı Büyük İskender’in onu sürekli koruması altında tutuşudur. Nitekim Büyük İskender ölür ölmez, Atina’da hiç de sürpriz olmayan sonuç onun da başında patlamıştır: Dinsizlikle suçlanma… Ne var ki, Antik Helen’de dinsizlikle suçlanan bu bilgin, sonradan Hıristiyanlığa ayakta durabilmesini sağlamıştır.