Sayın Erdal, sevgi, saygı ve hoşgörü kavramları üzerinde durmamızı istedi. Peki!
Ancak hatırlatma gereğini duyuyorum: Bu kavramlara benim buradaki bakışım genel değil, sadece Masonluk ile bağlantılı bir tarzda olacaktır. Çünkü konumuz Mason Töresi üzerinedir.
Sevgi
Gönülden bağlanmayı sağlayan üstün bireysel duygudur.
Sevgi, “seven”den “sevilen”e yönelen bir duygusal veriştir. Dolayısıyla, hem “seven”in hem de “sevilen”in varlığını gerektirir. Burada “seven” insan ile özdeşleştirilirse; “sevilen”in niteliğine göre üç ayrı tür sevgiden söz edebilme olanağı doğar:
a) Bir başka insana olan sevgi;
b) İnsan dışında, doğanın bir varlığına ya da genel olarak doğaya olan sevgi.
c) Bir tanrısal güce ya da doğaüstü olarak nitelenen bir varlığa yöneltilen sevgi.
Masonlukta konu olan sevgi, insanın, özellikle ve öncelikle insana ve insanların oluşturduğu topluma karşı beslediği sevgidir. Bu tür sevgi, her insanın sürekli olarak gereksinme duyduğu, başkalarından hem almayı beklediği hem de başkalarına vermek istediği, alınca da verince de mutluluk duyduğu bir tinsel (manevi) değerdir.
Sevgi, dostluğun bağı ve toplumsal birliğin temelidir. Kötülükleri, çekişmeleri, çatışmaları, kini, kıskançlığı, bencilliği, umursamazlığı giderir. Ancak insan, yaratılışından sevgi dolu oluşuna karşın, yaşamı boyunca karşılaştığı çeşitli olay ve olguların etkisi altında kalarak, başkalarından almayı beklediği sevgiyi, onlardan esirgemeye yönelebilir. Bu durum, insanların genelde vermekten çok alma eğiliminde bulunmalarından ileri gelir. Sevginin önemini ve değerini anlayamayan bir insan bunu kötüye kullanınca, beriki sevgisini esirgemeye başlar.
İnsanın sevgi verebilmesi için, almanın mutluluğunun yanı sıra, vermenin de mutluluk getirdiğinin bilincine varması hatta belki de bunu yaşamında deneyimle kavraması gerekir. Masonik öğretimin bir bölümü de, masonlara bu bilinci kazandırmayı amaçlar. Masonlukta masonlara bunu denemek de öğütlenir.
Sevgi, buyrukla, zorlamayla, baskıyla, ödüllendirme umutları ya da cezalandırma korkusu verilerek oluşturulamaz ve yerleştirilemez. Totaliter rejimlerin ve dinlerden birçoğunun, insanlar arasındaki sevgi bağlarının geliştirilmesi gerektiğini önermelerine ve savunmalarına karşın, bunu gerçekleştiremeyişlerinin nedeni de buradan kaynaklanır.
İnsanın, duygularını olumlu yöne çevirerek gerçek bir sevgi oluşumunu canlandırabilecek en etkili yöntem, onun kendi kişiliğini, öz varlığını bilinçli olarak tanımasını sağlamaktır. Dolayısıyla, gerçek sevgi, ancak bireysel özgürlük ortamında ve bireysel buyrultu gücüyle yaratılabilir ve yaşatılabilir.
İnsanın öz varlığını tanıma çabası, doğal olarak “öz eleştiri” ile bağdaşır. Kendi kendini eleştirebilen insan, sevgi almayı önemsediği oranda sevgi vermenin önemini ve değerini de kavrar. Sevildiğinde mutlu olduğu gibi, severek mutlu olmayı da başarır. Bu olumlu sonuç, bilinçaltındaki içtepisel sevginin, bilinç üstüne çıkarılarak, bireysel istenç ve beceriyle kontrol edilebilmesidir.
Sevebilmek, yalnızca öz eleştirisini yapabilen bilgili ve olgun kişilere özgü bir yetenek de değildir. Bilgisizlik ve bağnazlık içinde yaşayanlar, batıl inançlara ve dogmalara saplanmış olanlar da sevgi oluşturabilirler. Fakat bu sevgi ya içtepisel ya inançsal ya da fanatiktir. Böyle bir sevgi, kişilere, insanlar arasında ayırım yapma ve ayrıcalık gütme eğilimi getirir; bu da sevginin sınırlı kalması, ön yargılara ve koşullara bağlanması demektir. İnsan sevgisinin, hele insanlık sevgisinin yüceliği, ön yargılardan arınmış ve koşulsuz olmasındadır.
Masonlukta genel sevgi anlayışı “kişide toplumu ve toplumda insanlığı sevmek” şeklindedir. Böylesine bir sevgi, bireysel buyrultuyla yönlendirilen ve denetlenen bir “bilinçli sevgi”dir. Böylesine bir sevgi, “seven”in “sevilen”e önce ilgi duymasını, sonra da onu iyice tanımasını gerektirir. Eğer bir kişi, bir diğer kişiye ilgi duymuyorsa, ilgi duysa bile yeterince tanımıyorsa, onu bilinçli olarak sevebilmesi olanaklı değildir.
Masonlukta benimsenerek önerilen sevgi, körü körüne bir sevgi olmadığı için, çok daha yüce boyutlara ulaşır. Bu, duyarak, düşünerek, anlayarak verilen ve aynı şekilde alınan bir sevgidir. Böylesine bir sevgiden ötürü hiçbir karşılık beklenmez. Özden öze ve içten içe uzanan böylesine bir sevgi, güzellikleri oluşturur. Masonluktaki kardeş sevgisi de bu türden bir sevgidir. Hiçbir kan ya da aile bağına dayanmadığı için, tümüyle bilinçlidir. Bu sevgi, güven, dayanışma, bütünleşme ve birlik içinde güçlenmeyi sağlar.
Saygı
Değer verme duygusu ve bu duygunun tutum ve davranışa yansımasıdır.
Saygı, “töre”nin temellerinden biridir. Üç türünden söz edilebilir:
a) İnsanın kendine olan saygısı: Öz saygı olarak da nitelenen bu saygı, diğer saygıların gerçekleşebilmesinin ön koşuludur. Kendine saygısı olmayan bir kimsenin başkalarına gerçek saygı göstermesi beklenemez; bu ancak bir saygı gösterisi yani bir yapmacık olabilir.
b) İnsanın başkalarına saygısı: Saygı sözcüğü genellikle bu anlamı dile getirmek üzere kullanılır. Bu açıdan her masona, “saygılı kişi” olması önerilir ve öğütlenir. Ancak bu tür saygı baskıyla ya da zorlamayla gerçekleştirilemez; içtenlikle değer vermeyi hatta sevgiyi gerektirir. Baskı ve zorlamayla elde edilebilecek olan “saygı” değil, ancak “boyun eğme” olabilir. İnsanın topluma karşı saygı göstermesi de, bu saygının çoğullaşması ya da bütünleşmesidir.
c) İnsanın doğaya olan saygısı: Bu tür saygı, insanın ileri düzeyde bilinçlenmesi, doğanın önem ve değerini kavramasıyla gerçekleşir. Bu saygının da sevgi ile pekişmesi gerekir. Bazı dinlerde Tanrı’ya ya da tanrılara saygı gösterilmesine ilişkin beklenti, bu tür saygının özel şeklidir.
Hoşgörü
Başkalarının tutum, söz ve davranışlarını, sert tepkiler göstermeksizin, ılımlı olarak ve anlayışla karşılamaktır.
Hoşgörülü olmak, bir masonik erdem olarak nitelenebilir. Çünkü olgunluk, deneyimlilik, serin kanlılık, sevgi ve sevecenlik (şefkat) ile oluşur.
Birbirlerine çok yakın anlamlı oldukları için, “hoşgörü” ile “tolerans” kavramının karıştırıldığı hatta eş anlamlı tutulduğu görülebilir. Ancak, hoşgörü ile tolerans aynı şey değildir. (Bu konuyu Sayın Ceycet’e vereceğim yanıtta yineleyeceğim. Kavramsal olarak çok önemli.)
Hoşgörüde, öncelikle duygusal bir yaklaşım vardır. Hoşgörüyle karşılanan kimsenin tutumunun, söz ve davranışlarının temelindeki nedenleri, savlarını, görüş ve inançlarını anlayıp değerlendirmeyi, kendine göre bir haklılığının bulunup bulunmadığını araştırıp incelemeyi gerektirmez. Bir diğer bakışla, hoşgörünün gerekçesi sorun çıkarmamak olarak nitelenebilir. Dolayısıyla, “bağışlama”, “göz yumma” ve “aldırış etmeme” gibi kavramlarla bağdaşır. Buna karşılık “tolerans”ta ne bağışlama, ne göz yumma ne de aldırış etmeme vardır. Tolerans, duygusallıktan uzak, tümüyle bilimsel ve akılcı bir yaklaşımı, anlamayı ve değerlendirmeyi gerektirir.
Bir kişinin diğerine onu hoş gördüğünü söylemesi, ona aldırmadığını, onu pek de umursamadığını ya da büyüklük gösterip onu bağışladığını belirtmesidir. Oysa birinin diğerine tolerans gösterdiğini söylemesi, onunla aynı görüş ve düşüncede olmamakla birlikte onun da kendine göre haklı yanlarının bulunabileceğinin benimsendiğini yansıtır.
Bir kusur hatta bir suç hoşgörü ile karşılanabilir ama toleransla karşılanamaz. Ancak bir tutum, inanç ve düşünülerdeki yanılgı ya da eksikliğe tolerans gösterilebilir.
Masonlara, yaşamlarında başkalarıyla ilişkilerinde hoşgörülü olmaya çalışmaları, ancak bunu aşırılığa kaçırmamaya özen göstermeleri öğütlenir. Çünkü aşırı ya da sürekli hoşgörü, bir yandan hoş görülenin şımarmasına yol açarken, diğer yandan da hoşgörü göstereni ya miskin ya da mutsuz eder. Bundan daha önemli olanı ise, başkalarına tolerans gösterebilmektir.
Çok zaman çok değişik yerlerde "hoşgörü" ve "tolerans" kavramlarının eş mi yoksa farklı mı olduklarının tartışmasını yapmış bir kişi olarak, belki de bu bağlamda bağnazca düşündüğümü söyleyebilirim.