Böylece zatın mutlak birliği, ilk bakışta göründüğü kadar yekpare (monolitique) değildir.
Onun temel ayniyeti varlık ile yokluk arasında bir iç ilişkiyi gerektirir. Yokluğun yadsınmasında (inkârında) varlığı olumlamak (tasdik etmek), yokluğun nefyi varlığın kanıtlanmasına (ispatına) hizmet ediyor demeye gelir. Ama varlık birlikten ayrılmaz. Zatın varlığı "bir" ve "birlik"tir. Öyleyse yoklukla bir olan birliğin, bir başka bir olan birlikle karşılaştırıldığı gibi karşılaştırılmaz.
Yokluk, varlıkla karşılaştırılmasında ancak sonsuz bölünmüşlük (kesret) olarak sunulabilir. O halde varlığın mümkün inkârlarının bir sonsuzluğu vardır ve sonuçta varlığın varolmayanlarla beraber onları inkâr ettiği fiilinde varolmayanların bir sonsuzluğunu inkâr etmesi gerekiyor.
Bizzat kendilerinde ancak yokluk olabilen bütün bu mümkün varlıklar, varlığın (...ile beraber olmak) ın özel bir tarzı olan mümkünatı her defasında inkâr ederken, kendinden bir şeyi tasdik ettiği ölçüde, onlar varlığa gelirler.
Zatın kendisiyle beraber bulunan, yokluk karşısında varlık, ancak bir yokluğu ve "ben" olmayanı üzerine alan bir "ben"in işareti altında sunulabilir ve harici şey (ayn, mümkün) den bizatihi selbiliğini etkileyerek, ona belli ve yönelmiş bir şeyin varolmasını veren bir hüküm (statut exiologique), onun emri ile buyruğu altına girer.
Ben olmayan hiçlik (neant) temeli üzerinde bu şekilde bir varlık belirir ki, bu da yetkin, bilge, mükemmel insan (homme parfait, kamil insan), Tanrının "ben" olarak ona; "sen" diye hitap edebileceği hakikattir.
Bütün isimlerin temel bir birliği vardır, öyle bir nokta ki onların her biri tüm diğerlerini içeriyor ve yansıtıyor. Bu birliğin bizzat bir ismi vardır. Allah.
Her ne kadar her isim çift yönlü bir ilişkiyi muhtevi olsa da ondan gerçek (reel) anlamda bir ikilik sonucu çıkmıyor.
Bir isim, karşılıklı iki ismin bölünemeyen birliğidir.
Bir tenzih ismi olan "Zat" ismi, varlık ve yokluğun ilkel sentezi olarak Zatın yapısında, isimlerin hepsinin ötesinde kökleştiği anlamda, her ismin ilkesi (prensibi) dir.
Tenzih ve teşbih isimleriyle belirlenen bu ikili ilişki nasıl oluyor da "ismin" içinde gerçek bir ikileme (reel bir düaliteye) yol açmıyor?
Şimdi bunu inceleyelim:
O, her ismin birliğinden kurulmuştur. İki kutuplu diyebileceğimiz bir birliktir. Hakk ile Halk terimleri düzenli ortak terimlerdir.
Hakk olan olarak Tanrı, değerlerin yaratılmasına önem vererek yaratıcıdır. O halde yaratmanın gaye sebebi (la causa finale) Rabb'dir. Bu nedenle kaynak ve değerler realitesinin amacı olarak "ilâhi kişi"nin gerçek anlamda görünmesinin Rabb ismiyle olduğunu söylemeye hakkımız vardır.
Kendisinde kendisi tarafından inşa etmek için, yaratılışın varlıkları tarafından kendisine kavuşacak şekilde, yaratılışın varlıkları boyunca bu değerlerin tümünü başlatan ve adil bir ölçüye göre dağıtan aynı "ilâhi kişi"dir, Hakk'tır.
Hakk ile Halkın karşılıklı bağı özellikle insanda sıklaşmaktadır.
Bu aşamada "beşeri ben" ile "ilâhi ben" birbirinin yerine geçmektedir.
İnsan zikrinin objesi Rabb'dır.
Alıntı