Ama Ben Sanıyordum ki… 7

Ama Ben Sanıyordum ki… 7

Category : Kişisel Bloglar

Ay ışığı altında pırıl pırıl güzel bir akşamda, yan yana yürüyoruz. Cebinden sigarasını çıkarıp yakarken onu biraz düşünceli görüyorum. Sanki söyleyeceklerini kafasında toparlamaya, nasıl başlayacağını belirlemeye çalışır gibi geliyor bana. Sözü toparlamaya çalıştığı hissine kapılıyorum. Sigarasından derin bir nefes çekip konuşmaya başlıyor:
 – Bak genç dostum… Kafanda bir çok soru olduğunu biliyorum. Bu konuşmaları da zaten senin bu muhtemel sorularının yanıtlarını bulmak için yapıyoruz. Ben elimden geldiğince bu konuda sana yardımcı olmaya çalışacağım. Fakat bilmelisin ki her soruna seni tatmin edecek yanıtlar veremeyebilirim. Bu bazen yanıtı seninle paylaşamayacağım için, bazen de ne kadar anlatırsam anlatayım anlayamayacağını düşündüğüm için olabilir… Fakat dur! Beni yanlış anlamanı istemem. Bu anlayamayacağına olan inancım seninle ilgili bir durum değildir. Bizim mesleğimizde öyle konular öyle durumlar vardır ki, kişiye anlatamazsın. Anlatsan da anlamasını sağlayamazsın. Kişi yaşar, görür, ve kendi çıkarımını kendisi yapar… Fakat illa ki bunu kendisi yaşamalıdır. Buna en iyi örnek sanırım Masonluğa kabul törenidir, yani tekris. Şimdi ben sana bunu enine boyuna anlatabilirim. Fakat bunu tam manasıyla anlayabilmen için onu senin bizzat yaşaman kaçınılmazdır.
 Söylediklerinden ne demek istediğini anlıyorum. Fakat Masonluktan bahsederken onu bir “meslek” olarak tanımlaması çok ilgimi çekiyor. Bunun yanında bu tanımlama hoşuma da gidiyor. O konuşmasına devam ediyor.
 – Neyse sırası geldikçe hepsine değinmeye çalışırız. Şimdi konumuza dönelim. Sen Masonluğun içindeki düşünsel ve uygulama olarak var olan farklılıklara takılmışsın anladığım kadarıyla.
 – Efendim, bu bir takılma değil… Diye konuya girecek oluyorum. Eliyle dur işareti yaparak beni durduruyor.
 – Dur genç dostum, dur, bekle. Hepsine sıra gelecek. Sabırlı ol. Acele etme. Biz Adım adım gidelim. Şimdi biz Ne diyorduk? Masonluğun doğuşunun M.Ö. 4000 yılına dayandığını söylüyorduk Fakat bu doğuş yanlış anlaşılmasın. Bu Masonluğun savunduğu ilkelerin doğuşudur. Ya da başka bir bakış açısıyla şöyle de diyebiliriz: Masonluğun savunduğu, insan ve insanlık adına oluşmasını istediği ve benimsediği ilkeler, dünyanın ve insanlığın yaratılışından bu yana vardır. Fakat bunların yanında bir de Masonluğun kurum olarak ortaya çıkışı vardır. Bu ikisini birbiriyle karıştırmamak gerekir.
Sigarasından bir nefes daha alıyor.
– Buraya kadar tamamız öyle değil mi? Sorun yok?
Soran gözlerle yüzüme bakıyor.
– Yok efendim. Devam edebiliriz.
– Masonluk kurum olarak çok sonra ortaya çıkmıştır. Bu asıl olarak operatif dönem olarak adlandırdığımız taş ustalarının dönemine denk düşer ama biz daha çok resmi ve günümüzde de geçerliğiliği kabul edilen başka bir başlangıçtan söz ediyoruz… İşte o tarih de 1717 dir. O tarihte Masonluk kaçınılmaz olarak bir yol belirlemiştir. Kaçınılmaz olarak diyorum çünkü o tarihe kadar Masonluğun bu yol haritasının belirlenmesine sebep olacak durumlar zaten yaşanmıştı, yaşanıyordu.
Bu defa ben ona soran gözlerle bakıyorum. Beni anlıyor.
– Yani bizim Operatif Masonluk dediğimiz yapılanma, içine “kabul edilmişler” dediğimiz dönemin aydınlarını ve aristokratlarını kabul etmeye başlamıştı. Hoş, bu durum kaçınılmaz olmakla birlikte o dönem Kilise’nin baskısından bunalmış aydınlar içinde bir kurtuluş gibiydi ama, neyse… Yani sonuçta bu süreç kaçınılmaz olarak bir değişimi beraberinde getiriyordu. Öyle de oldu. Masonluğun içinde “kabul edilmişler” çoğaldıkça (ki duvarcı ustalığı önemini yitirdikçe bu da kaçınılmazdı) bu da doğal bir süreç oldu.
– Yani bizim bu gün Masonluğun doğuşunu incelerken değindiğimiz oluşum başka bir hal alıyordu öyle mi?
Yüzüme şüpheci bir ifadeyle bakıyor.
– Evet öyle.
– Yani Masonluk zorunlu bir değişime uğruyordu, öyle mi? Sırf duvarcı ustalığı önemin yitirdiği için. Kabul edilmişler de ne yapacaklarını şaşırdığı için.
Bu defa daha da ciddi düşüncelere daldığını hissediyorum. Fakat bu kez daldığı düşüncelerin kaynağı benmişim gibi geliyor. Kendime kızıyorum. Of be oğlum! Bir tut be şu ağzını. Bir sus! Ne güzel hızını almış gidiyordu… Ama yook! Tutamam ki çenemi. İlla karışacağım.
Ben kendimi ne yapayım şimdi?


Log out of this account

Leave a Reply

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.

Haberdar ol

Yeni yazilardan haberdar olmak icin email adresinizi girin

YAZI ARŞİVİ

Son Yorumlar