Okuduğum bir kitaptan buraya Modern Sanat'ın yıkıcı rolüne yönelik bir yazıyı alıntılayacağım.
"Herhangi bir çetenin mensupları, -sloganları, motifleri veya amaçları ne olursa olsun- sokaklarda gezinip, insanların gözlerini oyacak olsalar; insanlar, isyan ederler; haklı protestolarını dile getirecek kelimeler bulurlardı. Fakat, böyle bir çetenin mensupları, kültür içinde gezinip, insanların zihinlerini yok etmeğe giriştiğinde, insanlar sessiz kalmaktadır. İhtiyaç duydukları kelimeleri, ancak felsefe onlara sağlayabilirdi; fakat, modern felsefe, o çetenin hamisi ve yaratıcısıdır.
İnsan zihni, en iyi bilgisayardan daha komplekstir; ve, dış etkilerin olumsuz etkilerine karşı, ondan daha hassastır. İnsan zihninin en hassas olduğu yer, onun en önemli fonksiyonu olan bütünleştirme yeteneğidir; "modern sanat," bu yeteneğe karşı yöneltilmiştir.
Dağılma (dekompozisyon), insan bedeninin ölümüne yazılmış bir sonsözdür; parçalanma, insan zihninin ölümüne yazılmış önsözdür. Parçalama -insanın kavramsal yeteneğinin parçalanması ve bir yetişkinin zihninin, bir bebeğin zihni durumuna ricat ettirilmesi,- "modern sanat"ın teması ve amacıdır.
Lisanın homurtulara, edebiyatın "mood"lara, resmin lekelere, heykelin yontma-taş-devri türü bloklara, müziğin gürültüye indirgenmesinin arkasında gizli olan niyet; insan bilincinin, -bütünleştirici bir kapasiteden yoksun olarak- duyumlar düzeyine indirgenmesidir.
Fakat, "modern sanat" denen sefaletin manzarasında, felsefi ve psikopatolojik açıdan öğretici bir öge vardır. Bu manzara, -yokluktan doğan bir negatif vasıtasıyla- sanat ile felsefe arasındaki ilişkiyi, akıl ile insanın varkalması arasındaki ilişkiyi, akıldan nefret ile mevcudiyetten nefret arasındaki ilişkiyi teşhir eder. İrrasyonel filozoflar, akla karşı yüzyıllardır sürdürdükleri savaşın sonunda, -viviseksiyon, yani canlı hayvan üzerinde bilimsel amaçla cerrahi kesişler yapma yöntemiyle- rasyonel yeteneklerinden mahrum kılınmış bir insanın nasıl olacağının örneklerini yaratmayı başardılar; bu örnekler de, şimdi bize, boş bir kafatasını taşıyan bir insan açısından mevcudiyetin nasıl göründüğünün imajlarını vermektedirler.
Bir yandan, aklın sözde savunucuları, "sistem-kurma" yaklaşımına karşı çıkıp, somutla sınırlı kelimeler veya mistikçe uçuşan soyutlamalar üzerinde tartışmalara, pazarlıklara dalarken; öyle anlaşılıyor ki; aklın düşmanları, bütünleştirmenin akli süreçlere giden psiko-epistemolojik anahtar olduğunu; sanatın insanın psiko-epistemolojik şartlayıcısı olduğunu; eğer aklın tahribi isteniyorsa, aklın bütünleştirme kapasitesinin tahribinin şart olduğunu bilmektedirler.
"Modern sanat"ın tatbikatçılarının ve hayranlarının, onun felsefi anlamını anlayacak entellektüel kapasiteye sahip olduğu hayli şüphelidir; yapmaları gereken tek şey, kendilerini, sahip oldukları bilinçaltı öncüllerin en kötülerine teslim etmeleridir. Fakat, liderleri konuyu bilinçli olarak anlamaktadır: "modern sanat"ın babası, İmmanuel Kant'tır (tabiattaki güzellik ve "amaç" meselesine tahsis ettiği Critique of Judgement adlı eserine bakın.)
"Modern sanat"ı büyük bir sahtekarlık olarak yapmak veya içtenlikle yapmak şıklarından hangisinin daha kötü olduğunu kestirmek zor.
Bu tür sahtekarlıkların pasif ve sessiz kurbanları olmak istemeyenler, felsefenin pratik önemi ve felsefesizliğin sonuçları hakkında, "modern sanat" hastalığının incelenmesinden çok şey öğrenebilir. Spesifik olarak mantığın tahribi ve daha spesifik olarak tanımların tahribi, kurbanları silahsız bırakmıştır. Tanımlar, rasyonelliğin muhafızlarıdır; zihni parçalanmaya karşı yapılacak savunmanın, ileri karakollarıdır.
Sanat eserleri -evrendeki başka herşey gibi- spesifik bir tabiata sahip varlıklardır; bu varlıklar, onları evrende mevcut diğer varlıklardan ayırt eden asli karakteristikler vasıtasıyla tanımlanmalıdır. Sanat eserlerinin cinsi: realitenin, sanatkarın metafizik değer-yargılarına göre seçici bir biçimde yeniden-yaratılmasını temsil etmek üzere ortaya konmuş insan-yapısı nesnelerdir; türü, sanatın çeşitli dallarında üretilmiş eserlerdir; sanat dallarının asli ayırt edici (tanımlayıcı) karakteristikleri, kullandıkları özel ortamla belirlenir; sanat dallarının özel ortamları, o sanat dalının insanın bilgilenme yeteneğinin çeşitli ögeleriyle olan ilişkisine işaret eder.
İnsanın kesin tanımlara olan ihtiyacı, Kimlik Kanunu'ndan kaynaklanır: A, A'dır; bir şey, kendisinin aynısıdır. Bir sanat eseri, spesifik bir tabiata sahip, spesifik bir varlıktır. Böyle değilse, bir sanat eseri değildir. Eğer, bir şey, sadece maddi bir nesne olmaktan ibaret ise, maddi şeyleri içine alan herhangi bir kategoriye aittir; eğer hiçbir özel kategoriye ait değilse, böyle bir fenomen için ayrılmış bir kategoriye aittir: hurda.
"Bir sanatkar tarafından yapılmış bir şey" sanatın bir tanımı değildir. Sakal, pipo ve boş bakışlar, bir sanatkarın tanımlayıcı karakteristikleri değildir.
"Duvarda asılı çerçevelenmiş bir şey" resmin bir tanımı değildir.
"Ciltlenerek bir araya konmuş yazılı kağıt sayfalarından oluşan bir şey" edebiyatın bir tanımı değildir.
"Bir şeyin ürettiği seslerle oluşturulmuş bir şey" müziğin bir tanımı değildir.
"Düz bir yüzeye zamklanmış bir şey" hiçbir sanatın bir tanımı değildir. Zamkı, bir ortam olarak kullanan hiçbir sanat yoktur. Çimeni temsil etmek üzere, bir kağıt sayfası üzerine ot yapraklarını zamklamak,
-belki- geri zekalı çocuklar için uygulanabilecek iyi bir uğraşsal tedavi olabilir; ama, bu, sanat değildir.
"Çünkü ben böyle hissediyorum" hiçbir şeyin tanımı veya geçerli kılınması değildir.
Hiçbir insani faaliyette -eğer insani olarak nitelenecekse- kaprise yer yoktur. Hiçbir insani üründe, bilinmeze, anlaşılmaza, tanımlanmaza, gayri-objektife yer yoktur. Akıl hastahanelerinin dışında olanlar açısından; bir insanın faaliyetleri, bilinçli bir amaç tarafından yönlendirilmelidir; böyle yönlendirilmeyen insanların faaliyetleri, psikiyatristlerden başka kimseyi ilgilendirmemelidir. "Modern sanat"ın uygulayıcıları, ne yaptıklarını veya neyin onlara bunları yaptırdığını bilmediklerini söylediklerinde; kendilerine inanılmalı ve onlar ve ürünleri hakkında daha fazla düşünülmemelidir. "
Rasyonel İnsanın Felsefesi - S. Sakman