Biraz da Sanat: AtaTürk, 19 Mayıs ve Sanatçı Beyin

Biraz da Sanat: AtaTürk, 19 Mayıs ve Sanatçı Beyin

——————-

Bir toplumun önde gelenleri eğer seviye olarak geriyse, o toplumdan medeniyet beklemek bir hayaldir.

Şayet birileri yine “ama paramız çok var” diye savunmaya geçecekse, herhalde Araplarda olduğu kadar paralarının olmadığını da biliyorlardır. Fakat Araplarda medeniyet var mı?

Yok.

Neden?

Çünkü onların liderleri yok.

Çünkü onlara liderlik yapan kişiler tüm insanlık meziyetlerinden uzak.

Çünkü onlara liderlik yapanlar da paraya kendilerini odaklamış durumdalar.

Paradan başka bir şey aklına getiremeyen liderin halkı da gözle görülür bir perişanlık yaşar.

Bize de yavaş yavaş bu modeli absorb etmeye çalışanların unutmamaları gereken önemli bir kaç tane konu var.

Birincisi Atatürk. Anlat anlat bitmez…

İkincisi 19 Mayıs. Yani gençliğimiz.

Üçüncüsü sanat. Fakat halkın bağrından çıkan sanatçıların dilinden, elinden, yüreğinden dökülen sanat.

Şöyle ki Avrupalarda çocuk yaşta eğitim alan sanatçıların kartvizitleri kadar yüreklerinin vatanla dolu olmadığı bugünlerde net bir biçimde anlaşılmıştır.

Araplar gibi para ve kariyere önem verdikleri kadar, onları Avrupalarda okutan devletlerine karşı ihanet içinde oldukları net bir şekilde anlaşılmıştır.

Devletlerine karşı bu duyarsızlıklarının sanatçı kimlikle uyuşmadığının bir öneminin olup olmadığı üzerinde durmadıkları net bir biçimde anlaşılmıştır.

Yüreğinde millet ve devlet kavramı olmayan sanatçıların, en basit sosyal grup olan “aile”nin de ne demek olduğunu idrak edemedikleri net bir biçimde anlaşılmıştır.

Ailesi olmayan ne ise milleti olmayanın aynı, evi olmayan neyse devleti olmayanın da aynı olduğunu idrak etme yeteneğinden mahrum oldukları net bir biçimde anlaşılmıştır.

Bülent Ersoy, Orhan Gencebay, Serdar Ortaç, Tuluyhan Uğurlu, Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır ile başlayan isimler uzadıkça uzayıp gidiyor bugünlerde.

İdrak edemedikleri devleti,  başkalarına ikram etmeyi çok çabuk idrak eden bu zihindeki kişileri bir sanatçı olarak esefle kınıyor, değerli Fazıl Say, Ferdi Tayfur, Cüneyt Arkın ve diğer memleket gönüldaşlarını ayakta alkışlıyorum.

Yaşasın Türk Milleti!

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!

Yaşasın Türk Devleti Milli Bayramları!

Yaşasın Atatürk!

Yaşasın Cumhuriyet!

Yaşasın 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik Spor Bayramı!

Görüşmek dileğiyle,


Biraz da Sanat: SanatSA

———

Eskiden bir Sakıp Sabancı vardı. Kurduğu her kurumun ardına da Sa takardı…

Kimi zaman dalga geçerdi kimi zaman yüzünde gülücüklerle bir şeyler paylaşırdı. Her ne kadar bu gülen yüzün altında istediğim samimiyeti göremediysem de bir gün dikkatimi çeken bir konuşma yaptı. Aslında öylesine bir konuydu ama sonra (daldan dala atlamayı pek severdi rahmetli) sanattan bahsetmeye başladı.

Kurulduğu yıllarda adı Akbank Sanat olan sonra bir dönem AkSanat olarak yaşamını sürdüren şimdilerde yine Akbank Sanat olarak gününü geçiren bir kurumun kuruluş sebebini anlattı.

Çok çarpıcı ve önemli bir konuşmaydı. Ne yazık ki bu konuşma bir magazin programında, gırgır şamata arasında geçti…

Konunun gelişmesi şöyle:

Yıllar yıllar öncesinde sanırım yetmişlerin  sonu, seksenlerin başı; Sakıp Sabancı’nın epeyce palazlandığı yıllar yani; Rusya ile bir bağlantı kurmaya çalışıyor rahmetli. Fakat ciddi anlamda çaba sarfediyor. Uğraş uğraş çabala derken bir kaç yılı aşan bir süre ve takip sonrasında Sakıp Sabancı, Rusya ile üst düzey bir görüşme olanağını sağlıyor.

Arada onca diplomat; diğer tabirle onca torpil, onca hamili kart yakîni…

Velhasılı Sakıp Sabancı Rusya’ya gidiyor. Görüşmeler başlıyor; masabaşı görüşmelerin yanısıra kokteyli görüşmelerinde de sıcak ilişkileri güçlendirme çabaları da başlıyor. İşte olan, orda oluyor.

Sakıp Sabancı, ulaşmakta çok zorlandığı diplomatlardan biriyle sohbet ederken başka bir diplomat yanında bir sanatçıyla geliyor. Rus diplomatla tanıştırıyor sanatçıyı. Onlar sohbet etmeye başlıyor ve Sabancı da onların sohbetini dinliyor. Bir de ne görsün; sanat, başlı başına bir dünya imiş… Dahası diplomatlar meğerse sanata pek bir değer verir imiş… Dahası sanatsal faaliyetlerle çok da ilgililermiş…

Bu kadar mı?

Hayır!

İşin püf noktası geliyor!

Sakıp Sabancı, biraz sonra duyduklarına inanmakta zorlanıyor. Çünkü sanatçı, sanatsal bir takım aktivitelerden bahsederken Rus diplomata şunu söylüyor:

“Dilerseniz, etkinliklerimiz arasına Rusya‘yı da katabiliriz.”

Rus diplomat sevinçle karşılıyor bu durumu ve ekliyor:

“Ne zaman isterseniz! Kapılarımız size her zaman açıktır!”

İşte Sakıp Sabancı, orada göreceğini görüp anlayacağını anlıyor.

Bundan sonraki ifadeleri aynen Sabancı’nın sözleriyle size aktarayım:

“Dedim ki; şu sanat dedikleri şeye de bah gardaşım! Biz o gaddaaa uğraştıh, çalıştıh, çabaladıh bir görüşme için yırtındıh yırtındıh! Ennn sonunda başardıh! Ama bir bahtıh ki; sanatçının teki ayah üstü Rusya’nın gapılarını açıverdi! Sanatın, diplomasiden de ticaretten de işadamından da önde gittiğini orda gördüm. Sanatın bize gatacağı değeri orda gördüm. Türkiye’ye döner dönmez de gardaşım, bir sanat grubuuu çalışmasıııı başlattımmm! Artıh sanatımız da var, çoh şükür gapılarımız da açıh!”

Sabancı, bir zeka adamıdır. Doğru. Fırsatları değerlendirebilmesinin sırrı “şu sanat dedikleri şeye de bah gardaşım” sözünün arkasında gizli.

Bugün, Akbank Sanat olarak yaşamını sürdüren kurum, Sabancı’nın duygularını ve düşüncelerini yeteri kadar yaşatabiliyor mu; bilmiyorum. Ancak sanatın ne işe yaradığını bir türlü anlayamayan diplomatların, sanatı yok etmeye meraklı girişimlerin bizi nereye götüreceğini gerçekten merak ediyorum.

Rahmetler olsun Sakıp Sabancı; seni hiç sevmezdim. Ancak sanatın değerini ülkemde, tesadüfen de olsa, anlayan nadir insanlardan biriydin…

Selam ve hürmetlerle,


Biraz da Sanat: Redakte Edilmemiş Kitaplar

—————–

Ortalarda dolaşan rakamlara göre yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkemizin kutsal kitabı Kuran, ilk iki emrinde bilindiği gibi şöyle diyor:

Oku. Yaz.

Uğur Mumcu da benzer bir söylemle halka aynı tavsiyede bulunuyor:

Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.”

Peki, halkımızdaki durum nedir?

Fikir çok ancak okuyan yok.

İlginç olan ise şu: Yazan çok!

Peki, okumadan edinilen bu fikirler, yazıya dökülüyor da ne oluyor?

Okuyan mı var?

Elbette ki yok.

İşte bunu bilen “yazarların rahatlığı” kitaplardaki redaksiyon eksikliğini de gündeme getiriyor. Hem yazan kişi redaksiyon  masrafına girmiyor, hem de yayınevi…

Yeni yeni şiir yazmaya başlayan gençlerin tipik davranışı olan “kitap bastırma” huyları da bu duruma eklenince, ortada redaksiyonsuz kitaplar yığını oluşmaya başlıyor.

Genç şairlerin şiirlerini redaksiyondan geçirmeye karşı duruşları ise ayrı bir tartışma konusu: “Şiirlerimin saflığının bozulmasını istemiyorum.”

Saflıkla gramer arasındaki doğru bağı kuramayan genç şairlerimizin tutkulu hareketleri bir yere kadar anlaşılır ama yaşını başını almış ve yazmaktan para kazanmaya başlamış “yazarlar”ın redaksiyonsuz kitapları hiç bir şekilde hoş görülmez.

Bu köşe yazarları için de geçerlidir.

Her gün gazetelerde halkın karşısına çıkan köşe yazarları, kullandıkları tek aracın dil olduğunu unutmamalıdır. Dilin önemini de…

Kalemi eline alır almaz yarım saat içinde hâlâ daha redaksiyona gerek kalmayacak kadar düzgün yazı yazma alışkanlığı edinememiş yazarların ise yazarlığını konuşmak bile istemiyorum. Kaldı ki böyle yazarlar bile yazdıklarının redaksiyondan geçmesi gerektiğini bilirler.

Bir yayınevi sahibi eski dostumun elinden düşmeyen sözlükler gözümün önünden hiç gitmez. Bir kaç dile birden hakim olan bu kişinin entellektüel seviyesi ise hayal edilemeyecek bir yerlerde dolaşıyor. Buna rağmen elinden sözlüğü düşürmeyen bu kişi, bana hayatımın en büyük görgüsünü kazandırmıştır.

Kaldı ki bu kişi sadece bir yayınevi sahibi, kitap yazmıyor. Sadece yayımlıyor.

Peki, bu kişinin derdi ne?

Elbette ki redaksiyon, yani doğru – düzgün dil.

Redaksiyondan geçmemiş her kitap, dil duvarından çıkarılan bir tuğladır.

Redaksiyondan geçmemiş her yazı, kültür mozaiğinden çıkarılmış minik bir taş parçasıdır.

Redaksiyondan geçmemiş tüm cümleler, beyinlere nizamsızlığın kelime kelime kazınmasıdır.

Dili olmayan, nizamı bozuk bir millet olmanın sonuçları ise bugün gördüklerinizden çok kötü sonuçlar doğuracaktır.

Görüşmek üzere


Haberdar ol

Yeni yazilardan haberdar olmak icin email adresinizi girin

YAZI ARŞİVİ

Son Yorumlar