Solumuzda Yeşerenler

Solumuzda Yeşerenler

Bir başkadır hayatımızın solunda yer alanlar. Yani gönlümüze yön, gözümüze tek ışık olanlar. Kimilerine göre “Aşk”, kimilerine göre varolmaktır. Belki herşeye karşı göz kapamak ya da uyanmaktır. Vazgeçemezsin. Karşılığı olanın da olmayanında vazgeçilmezidir. Yuvasıdır hayatının. Yine de vazgeçemezsin sevmekten.
Bazen biraz buruk, biraz küs, biraz sitemkar, bazen de bir anne şefkati, bir ikrar, bir nimet…

Bazen serin bazen derin yürekler. Yusuf öldüğünde iki sela okundu diyorlar. Birincisi Yusuf, ikincisi Züleyha için… Nasıl üşüdüğünü yarası yarana denk olanlar bilir derler ya işte öyle bir kış, öyle bir hüzün. Gülüşler eklenir kimliğimize. Mesafeler sevmek kadar uzak olamaz, acılar hasret kadar tuzak olamaz. Bazen tam şuramızda, sol yanımızda, kalbimizin hemen dibinde birşeyler eksik kalıyor. Ama ne yapsakta ne eksiliyor ne de doluyor.

Bizim için sevmek demek; Yan yana gömüleceğin kişiyi seçmek demek.

Gidenler şiir oldu, kalanlar da hatıra… Herşeyi anlatmak mümkün olsa da, sustuklarımız anlatılmayacak kadar huzursuz. Umudumuz koparılmış bir çiçeğin ucunda, ha soldu solacak.

Aslında mesele canımızın yanması değil, yakanın canımız olması. Yine de vazgeçemiyoruz sevmekten. Değer bilmek lazım herşeyden önce. Gitmeden, bitmeden, kaybetmeden… Bir de özlemek diye birşey var. Ne zaman göğsümüzde belirse acısı süzüyor gözlerimizden.

Hülaseten; Hep birşeyler yarım, hep birşeyler eksik…


Hayatımızın Değeri

Category : Kişisel Bloglar

”Taptuk Emre, getirdiği düzgün odunlara bakarak Yunus’a sorar : “Dağda hiç eğri odun kalmamış mı?”  Yunus bu soruya şöyle cevap verir : “Dağda eğri odun çok; lâkin senin kapında odunun bile eğrisi yakışmaz!” Bizler bir Yunus değiliz ama yaşamımızın içindeki eğriliklerini düzeltmeye başlayarak ve bizden sonra gelecek nesillere örnek olarak düzeltme babında küçükte olsa bir adım atabiliriz. Bizler Allah’ın en büyük şah eseriyiz. Dağların bile titreyip kabul etmediğini kabul eden ve yeryüzüne halife kılınanlarız. Bu yüzden bizlerin kapısına da eğri odun yakışmaz.

Günlerimizi, zamanımızı yaşadıklarımızı farkında olmadan heba ediyoruz. Üzücü ve bir o kadar da doğru bir sitem. Konu o kadar geniş bir yelpazeye sahip ki sayfalarca yazsak bile sebeplerini bitiremeyiz. Teknolojik gelişmelerin yanlış kullanımı, unutulan dostluklar, unutulan insanlık… say say bitmez.
Dün bitti, bugün hala devam ediyor, yarın olmayabilir… Peki bu süreçte bizler neler yapıyoruz ? Bizi yaradan neden yarattı? Her bir zerresi ayrı bir hayranlık uyandıran vücudumuzla neye hizmet ediyoruz ?
Zaman ve hayat sonsuz bir kaynak değildir. Misafir olduğumuz bu gurbette amacımızı ve benliğimizi unutursak, bu deniz bizi yutar. Her saati, dakikası, saniyesi ve salisesi bizlerden bir parça alıyor olmasına rağmen yerimizde saymaya ve aklı olmayan bir varlık gibi yaşamaya devam mı edeceğiz ?
Canlı bir varlık olmayan güneş her sabah doğup vazifesini yerine getiriyor. Ağaçlar aklı olmamasına rağmen yaşam aracımızı oksijenimizi üretiyor. İnekler, keçiler… aklı olmamasına rağmen vazifesini yerine getirip bizlere besin kaynağı oluyor. Peki ya insan? Akıl sahib iolan insan neden aldanmışlık içinde olup değer bilmiyor ve değer vermiyor?
Kendini tanımak ve tamamlamaktan geçiyor her şey…
Yaşadıklarımız ve yaşattıklarımızla hem kendi hayatımıza hem de bulunduğumuz topluma bir değer katabilir ve örnek olup yön verebiliriz.  ”Ben mi? ” diyen sesinizi duyuyorum ve ” Evet sen! ” diyorum.
Başımızı yastığa koyduktan sonra teşekkürümüze sebep olan yaşananları, pazardan dönen yaşlı bir bayanın poşetlerini evine kadar taşımanın vereceği vicdani rahatlamayı, aldığı çikolataya parası çıkışmayan çocuğun parasını tamamlamayı, dilenmek yerine tezgah açıp sebze satan 80 yaşındaki Ayşe nineden alışveriş yapmanın vereceği duyguyu… say say bitmeyecek güzelliklerle dolu hayat. Hem bize hem de çevremizdekilerine yaşatmak için heybeleri dolup taşıracak binlerce sebep. Haydi durma! Önce tebessüm et ve başla. Sonsuz düzlemde yapman gerekenleri yap ve sonrakilerin yapmasına vesile ol.


Biraz da Sanat: Yaşamak

———-

YAŞAMAK
Biliyorum, kolay değil yaşamak, 
Gönül verip türkü söylemek yâr üstüne; 
Yıldız ışığında dolaşıp geceleri, 
Gündüzleri gün ışığında ısınmak; 
Şöyle bir fırsat bulup yarım gün, 
Yan gelebilmek Çamlıca Tepesine... 
-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan- 
Her şeyi unutabilmek maviler içinde. 

Biliyorum, kolay değil yaşamak; 
Ama işte 
Bir ölünün hâlâ yatağı sıcak, 
Birinin saati işliyor kolunda. 
Yaşamak kolay değil ya kardeşler, 
Ölmek de değil; 

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak. 

Orhan VELİ 


Bir şair olsaydı bu hayatta, yaşamak adlı bir şiir de eksik olurdu hayatımızda.
Ama bir şair eksik olsaydı gerçekten, söylenecek sözlerimiz boğazımızda dizili dururdu aslında...

Daha da ötesi ne konuşacağımızı bilememezliğimiz değil, nasıl yaşayacağımızı bilememezlik olurdu.
Duymayı bilememek olurdu.
Gülmeyi çözememek olurdu...
Göz, yıldız ışığını gün ışığından ayırt edemez olurdu...
Seslenişin kuru gürültü haliyle hayatımızı çirkinleştirdiği bir dünya olurdu...

"Kolay değil yaşamak..."
Mevzu ölmek de değil aslında...

Mevzu yaşamı bir sanat eseri gibi ele alabilmek...
Öylesine aşık eserine, öylesine çıkarsız inandığına...

Öylesine derinden bağlı, öylesine tutkulu...

Ama hepsinden önemlisi hem kendiyle dopdolu, hem başkaları da onunla dopdolu...

Sonuçta hep birlikte koca bir hayatın güzel unsurları...

Görüşmek üzere,

Biraz da Sanat: Kuşlar Gibi Özgür Olmak

———-

Pedagoglar gösteriyor ki yaklaşık  iki yaşımız itibariyle özgürlüğümüze düşkün olmaya başlıyoruz. Hatta üç yaşındayken bu düşkünlük on sekiz yaşla kıyaslandığında çok daha baskın geliyormuş.

On sekiz yaşında insanın üç yaşına göre edindiğini bilgi elbette çok daha fazla. Bu sebeple üç yaşın özgürlükçü davranışlarının ağır basması bana normal geliyor.

Çünkü tam da o yaşlarda bir kızım var. Bir de on sekiz yaşı geçirmiş olan bir bünyem…

On sekizimde ne kadar haklarım ve özgürlüğüm konusunda titiz davrandıysam da bakıyorum ki kızım benim on sekiz yaşımdan çok daha cesur ve çok daha dikkatli…

“Ben” diyor, gerisi onu hiç ilgilendirmiyor.

Bu durum bana bir kimliği anımsatıyor. Bu denli kendine güven, bu denli kendine göre düşünme biçimi; “ben-ci-llik” diye adlandırılsa da aslında kendini başkalarına beğendirme kaygısının olmayışı olarak baktığımızda farklı bir tablo çıkıyor karşımıza.

Bencil insan ile kendine güvenen insan arasındaki ince çizgi, yine şu meşhur VELİ – DELİ örneğini anımsatıyor.

Aradaki fark nedir?

Bencil insan, çıkarlarını gözetirken başkalarına verdiği zararı düşünmez. Bu zararı görse de görmezlikten gelir.

Kendine güvenen insan ise özgürlük düşkünü biridir ve kendine zarar verilmesini istemediği gibi başkalarına da zarar vermemeye dikkat eder.

İnce çizgi bu.

Bencil insanların sonu diktatörlükte biter ki halk arasındaki kendi çapında diktatörler “zalim” diye tanımlanmıştır. Kendine güvenen insanlar için ne yazık ki halkımız özel bir sıfatlama bulmamış…

Cesur, delikanlı, mert gibi kelimeler aslında kendine güvenen kişinin niteliklerini tam olarak karşılamaz.

Kendine güvenen insanın cesur olduğu yerler vardır ancak çoğunlukla sabırlıdır.

Delikanlı olduğu yerler vardır ancak çoğunlukla sakindir.

Mert olduğu yerler hep vardır ancak çoğunlukla açıksözlüdür. Yani dürüsttür. İnsanlar arasında fitne çıkaran boş laf konuşan bir kişi değildir.

Bencil kişi ise çıkarları uğruna insanları birbirine düşürmeyi pek sever. İki kişinin iyi geçiniyor olması bencil kişiye batar. İster ki herkes birbirini yesin ve o istediği gibi sırıtsın alttan alttan. İstediği gibi atını sürsün ovalara, yaylalara…

Ancak bu mutluluk, bencil insan için helal midir?

Değildir.

Çünkü onun o gülüşünde yüzlerce, binlerce insanın gözyaşı kan gibi akmıştır onun ekmeğine…

Bencil insanların çocukları da bu haram lokmadan payını alır ne yazık ki…

Ve işte soy dedikleri bu yüzden önemlidir.

Haram lokma, bir insanı değil bir soyu sopu bile lanetlemeye yeterlidir.

Bir ulusu, bir dünyayı… Mahvetmeye başlı başına yeterlidir.

Özgürlük bağımlısı insanların bencil kişiler tarafından sevilmiyor olması da helal – haram arasındaki ezeli kavgayla doğrudan ilintilidir.

Elbette ki bu söylediklerime bağlı olarak teröristlerin bir özgürlük savaşçısı olmadığı anlaşılmıştır.

Yandaşları da…

Arkalarındaki de…

Önündeki de…

Yedikleri haram lokmanın hesabını hayata ödeyeceklerdir.

Çünkü hayat, sanat anlayışı gelişmiş bir mekanizmadır.

Ve sanat, denge üzerine kurulu ince bir yaşam biçimidir.

Görüşmek dileğiyle


Haberdar ol

Yeni yazilardan haberdar olmak icin email adresinizi girin

YAZI ARŞİVİ

Son Yorumlar